13 Aralık 2014 Cumartesi

Football Manager and Life

As you know, I have played  Football Manager for 10 years. Some people playing 2005 game 3 years a row, but I don't do this. This people don't understand spirit of game. This game give me a lots of good thing. Some of them is in this blog. But now I talk about How Fm change my life. I want to write a writing about Fm but I can't overcome this. Now start this:
      One day my uncle have one game cd. My uncle have played CM so many years. I watch him and very impressed this game. He says, I found Kaka, first. He always play İtalian League. I know Fm is a italian game. Yes I am very very young (What is young; say little,men!). My first perception of Fm is very huge player database. This database is 70 times more than Fifa's database. Before Fm I think computer game is limited and uncomplex , because of this I contemp computer games. Wired League's no name players become a star and sell them so many million euros. This game complexity is too many. This game's name is Football Manager 2005. I love this game (No that's not Nba writing.). But I still contempory this is huge randomism, I said. But my huge randomism theory is failed by one old computer. I only selected Turkish League. And later five years after start this career Barcelona buy so many Turkish Players. I think this a game's mistake but later I understand this things reason. Spanish player is very few. Team want live and only have one solution ,Turkish player.  Barcelona adaptade this and buy young player. Barcelona have brain. İf only turkish people play football this thing will happen.
      Naturally, I'm bored 2005 code name game. Yes, have smart things but progress is too easy.  if add  3 or 4 good player you accomplished Champions Leagues Final. if your team is small team don't won champions league title. This is a wired bug (what a bug this is mistake man!). I said Turkish hostality is everywhere.But now I know this is silly if else situation.  And later I play Cm5. This games match motor is very very very bad. Goolkeepers are transperant. This game is disgusting. But in the end better team is won everytime. I understand this. Match motor is not main situation. Main situation is backround and backround is code. I don't know code this time but now I know this is a chance. But I want see  match motor based game. This game is Fifa Manager. Match motor is everything in Fifa manager but player database is very small. Players are very simple fast or slow. İf have so many fast players wll won every game. Tacticks are not important. And later I know computers important thing is backround (code). Curiosity is  have very much. What is God do? Have brain a people!
     This little cheating's time is also little. I comeback my old love Fm 2006. And this time game is not simple. Progress is hard and player are not as effective as 2005 version. Come champions League Final route is very hard. This time excitement is dead. Game is realistic and hard this progress finish 2007's game. 2007 is best fm for all decade. I thing become harder is from can't won final thing. This thing is applicate all game and this is hard thing.
       Later year game add some non pitch thing (example effective and hard media conversetion). Game is know quick. Quickness is because of tactical variotins and this is very unrealistic but new generetion is loves this. I thing 3d match motor is not important but is necesseary because of zeitgest. Fm have potential of real life simulation. Sims is  look plastic near Fm. New game come every year. Every man says I play Fm and this lie. %5  man play fm at least 1 hour every day. But every man knows Football Manager brand. Game is develop but route is where neither people know.
       When I started Computer Engineers. I hear "algorithm" word.  I know this word because of Fm. Fm is everywhere in Computer Engineer Classes. Unstoppable and timed for include if is in my heart. And I remember my decision. I will be football manager creator. Yes I said this. Maybe chance maybe my brains game I still in this route. I am old school Fm player and this is my childhood dream. Fm is coding for Java I know now. Say me good luck. Keyboard and books are wait you!

12 Aralık 2014 Cuma

Football Manager ve Hayat

Bildiğiniz gibi yaklaşık 10 yıldır Football Manager oynamaktayım. Bazıları gibi 2005 oyununu 3 yıl oynayan işin ruhunu anlamayan insanlardan olmadığımı herkes bilir. Bu oyunun bana çok ciddi katkıları olmuştur bunlardan bazılarını zaten biliyorsunuz. Ama bu sefer benim hayatımı nasıl değiştirdiğinden bahsetmek istiyorum. Bu yazıyı yıllar öncede yazabileceğimi zannediyordum ama yanılmışım (Daha doğrusu hep bir Manager yazısı yazayım deyip yıllardır yazamamın nedenini tembellik zannediyordum. Meğer gerçek daha başkaymış). Şimdi dilim döndüğünce bu mevzuyu anlatmaya çalışacağım.
       Bir gün dayım elinde bir oyun poşetiyle geldi. Yıllardır dayımın saatlerce oynadığı Cm denen oyunu merak ediyordum. Niyeyse bende sadece İtalya ligi içeren bir İtalyan oyunu olduğu izlenimini bırakmıştı (Milan'ın zararları). İlk bakışta gözüme çarpan futbolcu sayısının fazlalığıydı. Oynadığım diğer oyunlardaki kısıtlılık ve basitlik bilgisayarı küçümsememe yol açmıştı. Bu oyundaki doluluk ise insanı afallatıyordu. Garip garip liglerden saçma sapan oyuncular alıp uçuk fiyatlara satabiliyordunuz.Football Manager 2005 isimli bu oyunla gerçekten sıkı bir bağ kurmuştum. Küçümseyici tavrım ise sürüyordu. Rastgele oyuncu alıyorlar çok takım olduğu için rastgele olduğunu anlayamıyoruz diyordum. Böyle bir durum olmadığını ise kötü bir bilgisayarda sadece Türkiye Ligini seçerek oynadığım bir kariyerde anladım. Oyunda Barcelona sürekli genç türk futbolcular alıyordu. Ben düşünürken Allah Allah oyunun hatası işte derken türk oyunculardan başka fazla oyuncu kalmadığını gördüm Barcelona'da buna uyum sağlayıp oyuncu depolamaya başlamış. Takımlar kendini yaşatma dürtüsü olarak söyleyebileceğimiz bu olay gerçekçilikten uzak gibi görünse bize sadece türklerin futbolcu olduğu bir dünya simülasyonu gösterdiği de gerçek.
      Doğası gereği bir süre sonra 2005 kod adlı oyundan sıkıldım. Evet böyle güzel zekice şeyler vardı ama ilerlemek gerçekten çok kolaydı. Bir kaç iyi oyuncu takviyesiyle şampiyonlar ligi finali oynayabiliyordunuz (Burada dikkat şampiyonlar ligini takımınız belli başlı takımlardan değilse kazanamıyordunuz. Ne olursa olsun Finalde kaybediyordunuz.). Oyundaki garip bir hataydı. O zamanlar Türk düşmanlığı olarak yorumladığım bu hareket şimdi berbat bir if,else yapısı olduğunu öğrenmek gerçekten tuhaf oldu. Artık konunun nereye gittiğini anladığınızı düşünüyorum. O an belki neden sorusu nedeniyle nasıl sorusunu sorabilseydim şu an farklı yerlerde olurdum ancak şu anda durduğum yerin nedeni de nasıl olduğu merakının içime işlemesindendir. Bu durum başıma dert olmuşken bir de CM5 denen oyunda bunu deneyeyim dedim. Demosunu indirdim ve rezil maç motorunu görmemle tiksinmem bir oldu. Ancak maç motoru her ne kadar kendi kalelerine atılan goller ve orta sahadan serbest vuruş golleri olsada bir şekilde güçlü olan taraf kazanıyordu. Orada asıl olanın maç görüntüleri değil içeride dönen çeşitli (o zamanki aklımla) veriler olduğunu anladım.  Şu an anlıyorumki maç iç dinamikte eşzamanlı olarak oynanıyor ve maç motoru da belirli aralıklarla buradan aldığı bilgiler doğrultusunda ekrana maçtan önemli anları veriyordu. 90 dakikalık maç vardı ve evet iyi çalışıyordu (herhalde) hesap edecek çok zaman ve değişebilecek çok az parametre vardı. Motorun araç olduğunu görmem beni bu sefer Fifa Manager diye bir oyuna yöneltti. FM veya CM kadar doyurucu bir içeriği yoktu ve oyun, oyun motoru temelliydi. Motor ne derse o oluyordu. Zaten oyuncular arasında ciddi farklar da yoktu. Hızlı ve yavaş oyuncular farklıydı o kadar. Ne kadar oyuncu alsanızda taktik de yapsanız oyun motorunun istediği kazanıyordu. O zaman bilgisayardaki doğrunun görmediğimiz şeyler yüzünden olduğunu anladım. Gerçekten merak vardı. Kutsal kitap dedikleri bu olsa gerekti. Her takıma zeka kazandırmak neydi ki zaten.
        Bu kısa aldatmalardan sonra  FM 2006'ya döndüm. Bu sefer oyunun zorlaştığını ve artık o kadar kolay final oynayamadığımı gördüm. Oyun bir önceki oyunda yarattığı heyecandan vazgeçip güç dengesi olayını şampiyonlar liginin her safasına koymuştu. Tümden vazgeçmedikleri ne malum diyorsanız bazı maçların kader gibi ne taktik yaparsanız yapın kaybedilmesi veya dört gol atıp maç kazanamamak gibi olaylar vardı. Bütün ısrarlara rağmen ben bu zorlaşmanın şampiyonlar ligi finali kazanamama olayıyla bağlantılı olduğunu düşünüyordum. Şu an aynı olay oyunda halen daha olmakta ancak biz eski oyuncular artık belli bir ezberden geldiğimiz için bunu sorgulamıyoruz.
      Geriye kalan yıllarda oyuna saha harici şeyler ve daha çok taktik yapıp doğrudan maça etkilemesini görmek gibi şeylerle uğraştılar. 3D maç motoru gibi gereksiz işlerle uğraştılar. Oyunun çok satması için buna muhtaçtılar veya buradan bir hayat simülasyonu yapmak gibi planları vardı ama tabi ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Oyun her yıl çıkıyor. Her 100 erkek sabahtan beri oynuyorum diyor ve bunlardan sadece 5'i oynuyor. Böyle bir durumda olan oyun tabi ki gelişmeye devam ediyor ama yönsüz ve ezbere olan bu ilerleyiş hiç bir yere gitmiyor.
        Bilgisayar Mühendisliğe bölümünden ilk başladığım zaman sıklıkla duymaya başladığım Algoritma kelimesi bana bir yerden tanıdık geliyordu. Gördüğüm şeyler bana giderek FM'yi anımsatmaya başladı. Sürekli ve süreli for içinde ifleri maç kaybederken yaşadığımı hissettim ve küçükken verdiğim kararı hatırladım. Ben FM'yi yapan adamlardan olacağım. Evet böyle demiştim. Ve belki şans ile belki bilincimin bana oynadığı bir oyun ile o kararı gerçekleştirme yolundayım. Yılların çileli Fm oyuncusuyum ve bu olay benim çocukluk hayalim. Java ile kodlandığını öğrenmem de iyi oldu. Bana şans dileyin ve mümkünse yardım edin. Haydi kitaplara! Haydi Klavyelere!

25 Kasım 2014 Salı

Bir Feministin Doğuşu

Yağmurlu bir gündü. Çeşitli düşünceler içindeydi Baran Basamayan. O gün açıklanan vizeleri ona gerçek dünyayı göstermişti. Her zamanki gibi Yenibosna Metro'ya otobüsü ile Metrobüs üstgeçidine ulaşmıştı. Arkadaşı yaralı basamak oradaydı. Bu gün ona nankörlük edip selam vermemeyi seçti. Arkadaşı biraz haşin çıktı. Kötü düştü Baran. Bir şey olmadığını düşünüyordu başta hemen okuluna yetişmek için Metrobüs'e yöneldi.
      Şans bu ya daha ilk durakta oturdu. Aklına geçen yıl bir arkadaşının ona sorduğu, evleneceğin kadının senden fazla maaş almasına ne dersin sorusu geldi. Hemen iyi bile olur demişti. Hiç de fena olmayan bir yanıttı ve Baran'dan da bu beklenirdi zaten. Ama toplumsal rolü bu olduğu için söylediğini düşündüğü bu cümle ona şu an ciddi anlamda öz güven eksikliği gibi gelmişti. Bu işin en yüksek noktası sonuçta Özer Çiller'di. Onun gibi güçlü bir adam bir iki sınavı kötü geçti diye düşük profilli bir adam düşüncesi içinde olamazdı.
       Metrobüsten inerken ayağının sürüdüğünü fark etti. Ağrı da vardı. Biraz daha yakından baktığında şiştiğini gördü. Üniversite'nin Medikosuna kadar tek başına yürüdü. Bir şey demelerini beklerken kendini ambulansta buldu. Orada insanların güç seviyelerini düşündü. Gelenlerin çoğu erkekti. Ağır işlerde çalıştıkları için normal diye düşündü. Amerika değildik ki ana yana yerleşmesinin gücünü görüp,iş kazası geçirmiş kadınları görelim. Hastane de beklerken yanına gelen arkadaşlarının ataerkilliği onu bu düşüncelerden biraz arındırmıştı. Oradan Medical Park'a geçip alçıyı yedikten sonra aklına hemen Stephen Curry geldi. Curry de yaklaşık olarak aynı yeri burkarak başlamıştı çileli yıllarına. Neredeyse her maç bileğini burktuğu zamanları hatırlıyordu. Curry gibi bir burkucu mu olacaktı. Kuvvetli yürüyüşleri, ani dönüşleri,patlayıcılığı ne olacaktı. Curry'nin tam olarak iyileşmesi 2 yıl ve 1 ameliyat sürmüştü. Ona ne olacaktı. Bilmiyordu ruh hali biraz bozuktu.
        Sonra Return videoları ve diğer birtakım güç veren çalışmaları, Nba'in böyle şeyler konuunda hassas olması ile morali biraz düzeldi. Doktor da haftaya yürürsün deyince içi bayağı bir rahatlamıştı. Yapması gereken tek şey finallere iyi çalışıp oyunda kalmaktı artık.
         Alçıyı çıkartalım dediğinde doktor havalara uçmuştu artık. Takır takır yürüyecekti artık. Baktı ki durum öyle değil. Güç gitmiş sol bacağından. 20 yılda yaptığı her şey adeta sıfıtlanmış. Kas hafızası diye bir şey hatırlamaya çalıştı ama hatırlayamadı. Yine de artık okula gitmeliydi. Sınıfa oturduğunda her şey iyiydi. Gayet iyi bir şekilde sınıfa ulaşmıştı. Biraz nefes nefese kalmıştı ama başarmıştı. Bir basabilse gerisi gelecekti galiba. Çıkışta da kendinden iyi bir performans beklerken Kaygan zemin etkisi ile (belki de salaklıktan) aynı başarıyı sergileyemedi.  Kendini arkadaşlarının kollarında bulmuştu ve en kötüsü birinci sınıfların en güzel kızı onun bu halini görmüştü. Garip bir şekilde futbolcu metaforu bile kullanmıştı. Bilmiyordu ki bu futbolcu değil basketbolcu sakatlığı. Hem de en belalısından. Garip bir mahcubiyet içinde olan Baran bir de bu sözlerle yıkıldı. Bilinçaltının gücüne de inandığı için sürekli Baran'ı bu şekilde hatırlayacağını biliyordu. Artık taktik değiştirmeliydi. Doğasına ihanet etmeliydi. Kadının üstünlüğünü savunmalıydı ve benimsetmeliydi. Tek şansı buydu. Bu şekilde ilerlemeliydi. Nereden başlayacağını bilmiyordu Wikipedia'ya feminizm yazarak işe başladı. Beklediği gibi değildi. Akımın çoğunluğu kadının 2. sınıf vatandaş olduğuna yönelik görüşlere red ve şiddet karşıtlığı şeklinde ilerliyordu.
          Tam umudunu kesmişken  kadın doğulmaz olunur diye bir şey okudu. Toplumsal cinsiyet, Afrikada'ki kadın egemen toplumlar, Amerikan reality şovlarındaki anne yeri yerleşme;bunlar hep işine yarayacak şeylerdi. Keşke sosyoloji okusaydım diye düşündü ama belki de okumuş kadar olacaktı. Bu bir savaştı ve o kaybetmeye hazır değildi...!




21 Kasım 2014 Cuma

Hepimizin Efsanesi

Derrick Rose adını duymayanınız yoktur. Hani şu Jordan'dan sonra Chicago'nun en büyük umudu kahramanı olan. Lise yıllarından beri az çok haberimizin olduğu lisedeyken üniversite juniorını yenen adam. Onun hayatı sürekli başarılarla geçti zannedebilirsiniz. Aslında o sadece bir konuda başarılıydı.
     Derrrick Rose'un 2008 Nba Draftına gireceği kesinleştiğinde okuduğu üniversiteden çeşitli dedikodular çıktı. NCAA'yi o yıl kasıp kavuran Rose ayn şeyi üniversite notlarında başaramamıştı. Arkadaşları okul ortalamasının Nba draftına girmeye yetmeyeceğini söylüyordı. Gerçekten de Rose algebradan (cebir) aa almasa yeterli ortalamayı sağlamıyordu. Sınavının ilk açklandığnda cc olduğunu söyleyenler oldu. Belki de doğruydu ama bir şey kesindi Rose ders konusunda başarılı değildi. Hayatında basketbol olmasa bu üniversiteye adım bile atamayacaktı. Ama yetenekleri ve atletizmi ona mükemmel bir hayat sunacaktı. Allen İverson ile karşılaştırıldığı Mock-Draftlar ona yaradı ve Kaptan Kirk ve Luol Deng'den istediğini alamayan bir Jay Williams faciası yaşayan Jordan'lı günlerini çılgınca özleyen Chicago tarafından birinci sırada seçildi. Gelmek istediği yerdeydi artık onun ait olduğu ligde Nba'de.
       Nba onu pek zorlamamıştı. Beklendiği gibi ROY(yılın çaylağı) ödülünü aldı. Bulls umutluydu. Bu çocuk onlara özledikleri şampiyonluğu getirecek yeteneğe sahipti. Daha ilk sezonunda bunları yapıyorsa gelecek yıllar kimbilir neler yapacaktı. Chicago onun etrafında ciddi bir yapılanmaya gitti. Boston'un muazzam savunmasının mimari Tom Thibodoeu ile anlaştı. Ronny Brewer gibi çok yönlü bir kanat oyuncusu ve Kyle Korver gibi bir kesin şutörle anlaştılar. Rose'un yanına bir yıldız getirme çabaları da vardı ve dönemin en iyi pota altı bitiricisi ribaund canavarı (mister defensive mines) Carlos Boozer ile yüklü bir kontrat yaptılar. Deng ve Noah gibi sağlam parçalar ve Ömer Aşık, Taj Gibson gibi 2  süper yedek ile şampiyonluk için hazırdılar. Bu hamlelerin hepsi Rose'un ikinci yılına yetişmemişti ama 3. yılında hepsi hazırdı.Tek hedef şampionluktu ve Rose mükemmel bir performans sergiliyordu. Chicago taraftarının gözünde efsane diğer Nba taraftarlarının gözünde bir nefret objesine dönüşme aşaması gelmişti. Chicago'da efsaneydi. Tuhaf bir şekilde diğer  takımlar ve taraftarlar da seviyordu Rose'u. Bunda oyunundaki inanılmaz özveri ve harcağı inanılmaz eforun etkisii büyüktü. O yıl oluşan Lebron nefreti olmasa alamayacak olsa da Mvp(En değerli oyuncu ödülünü) aldı. Hak etmediğini kimse söyleyemez ama bir Lebron olmadığı da açıktı. Zaten Lebron onu ve takımını o sezonun sonarına doğru Playoff Konferans finalleride denize  döküyordu. Sevimli Rose'un nefret objesine dönüşmesi bu zaman başlamıştı.
       Ertesi yıl sakatlık problemleriyle boğuştu. Çok ciddi sakatlıklar değildi bunlar ama insanlar Rose'un ilk defa korktuğunu görmüşlerdi. Durduğu yerden Alley--oop tamamlayan Mvp hiç bir şeyden korkmamalıydı. O  yıl neredeyse sezonun yarısını kaçırdı ve bunu tedbir için yaptı. Bu tedbililiği onun artık bir nefret objesi olmasına yol açmaya başlamıştı. O yıl boyunca playofflara hazırlandığını söylemekle geçirdi. Kaderin cilvesi ona Playoff'un ilk maçında hem torn Acl hem Torn Mcl yaşatarak buldu. Nefret objesine dönüşen Rose bir anda herkesin Efsanesi olma gibi şans yakaladı. Bir dahaki yıl Playofflar başlamadan döneceğim dedi. Bu kadar ağır bir sakatlık yaşadıktan sonra aynı şekilde döneceğim dedi. Herkes heyecanlıydı. Sezon başladı ve herkes Rose'u beklemeye başladı. Rose dönmedikçe dönmüyordu. Antreman yapıyordu ama maça çıkmıyordu. Chicago taraftarı bunu hoş görmese de bir şampiyonluk için bir yıl feda edilebilir diyorlardı. Takım da kötü gitmiyordu. O sezon Rose dönmedi. Ertesi yıl bir sürü yaygara ile döndü. Hazırlık maçlarında eski Rose olduğunu söyleyenler vardı.Ama ne yazık ki oyununda bir tedirginlik vardı ve bu takıma kötü yansıyordu. Çok geçmeden sakatlandı ve Bulls onsuz daha iyi oynamaya başladı. Bu seferki sakatlığı diğer dizdeki küçük bir menisküs yırtığıydı. Ameliyat ile kestirip bir aya oynamasını bekliyorlardı ancak Rose bunu yapmadı. Kestirmek yerine menisküsü yerine oturtmayı tercih etti. Bu yüzden bir sezon daha kaçıracağını açıkladı. İnsanlar hayret etmişti. Bu düzenee saygısızlıktı. En hızlı iyileşme olan ameliyatı olup hemen dönmesi gerekiyordu kapitalist düzende bu onu gerçekten efsaneleştrdi. Ama Bulls taraftarı aynı şeyi düşünmüyordu. İki sezondur takımımızı mahvediyorsunuz son 3 sezondur doğru düzgün oynamıyorsun bir de gelmiş beni biraz daha bekle diyorsun olmazz diyorlardı. Borçluydu Rose Chicagoya evet ama onun tek güvencesi vücuduydu. Eğer bir daha basketbol oynayamaz ise bütün yaşamanı bir çöpe atmış olacaktı. Onca çalışma ,onca kaçış hepsi boşa gidecekti. Para sorun değildi artık. Parası vardı sorun büyüktü. Psikolojikti eğer birdaha basketbol oynayamazsa intihar edebileceği konuşuluyordu. Bunu föze alamazdı oda risk alamadı ve bir sezon daha bekletti takımını.
       Bu sezon ise gerçekten döndü. Bulls ona yine güvenmiş ve müthiş bir takım kurmuştu. Şampiyonluk için bu sene hazırlar ve Rose hepimizin efsanesi olmak için Bulls takımına bu sene şampiyonluk vermek zorunda. Yine uçuyor kaçıyor ve arada bir sakatlanıp maç kaçırıyor ama bu sefer korkacağı bir şeyin olmadığının farkına ve savaşmaya hiç olmadığı kadar hazır. Sezon sonu Rose'u hepimizin efsanesi olarak görmek dileklerimle...

17 Kasım 2014 Pazartesi

N0tlarrrrrrrrr(Bireysel)


  • Son yazımla insanları kırmayayım derken hiç kimsenin anlamadığı bir yazı yazmışım! Neyse gelin bir ara anlatayım.
  • Vizelerin iki hafta sürmesi gerçekten çok büyük zaman kaybı.Yaşasın Auzef! Bir günde bütün sınavları yapmak. 
  • Selma Blair ayrıldıktan sonraki Anger Management bölümleri hakikaten çok kötü ya da gerçekten Nolan'laşıyorum.
  • Mimik yapma çabası açısından Nur Yerlitaş'a benzediğimi söyleyen insanlar türedi. Neyse yetenek diyelim.
  • Nba maçını kabul edilebilir bir kalitede izleme için Leagur Pass  almak şartmış. Lanet olsun hdtvler siz olmasaydınız kalite farkı diye bir şey olmayacaktı. D-smart'a da sözcükler hazırladım neyse.
  • Stephen Curry'e laf ederdim. Azıcık bileğini burktu diye kaç maç oynamadı derdim ama bağ şakaya gelmiyormuş. Üzerine basamıyorum şu an ayağımın. Neyse Curry bu yıl bileğini hiç burkmadı!
  • Dünyanın en kibar kabası olabilirm. 
  • Tartışma kültürümüz yok diyorlar ya bazıları hakikaten doğru söylüyorlar. Biraz karşı çıktığında kişisel algılayanlar mı ararsın, nötr kelimeler kullanmak yerine kazanması garantili kelimeleri kullananları mı ararsın...
  • Benim görmek isteyenlere metrobüste randevu verme fikrim vardı ki çarpıldık!
  • 3. şahıslık bir tercih midir yoksa kader mi?
  • Shazili'nin radyo reklamı yenilenmiş. Erhan Güleryüz de kasım ayı sürprizlerle geçecek demiş. Bekleyiş sürüyor.
  • Mikrofonum bozuldu dostlar. 3.5mm veya usb jacklı mikrofon önerilerinize açığım. Kulaklıklı Mikrofon en büyük günah aman ha!
  • Derrick Rose'un return videoları insanı gerçekten gaza getiriyor. Ancak adamın o videolardan sonra bir sezon daha kaçırdığını hatırlamak insanın moralini 0'a yaklaştırıyor. Neyse Shaun Livingston'un sakatlık videosunu izleyeyim.
  • Küçük el dediğimde aklıma Kwame Brown gelmesi gerçekten manyakça. Bir süre Shaqtin Fool izlemeyeyim en iyisi.
  • Hala Beni Böyle Sev izliyorum evet. Bu kadar da sadık izleyiciyimdir. Başrollerden nefret etmeme rağmen izliediğim diziler çok oldu. Bir ara psikoloğa gideyim en iyisi. Sevinç mi Aslı Aydıntaşbaş mı diyorum ve susuyorum.
  • Bu yılki kitap fuarını da kaçırdım. Seneye büyük planlarım var dostlar!
  •  Her türk bir gün polisiye roman yazacak!
  • Yıldız'ın Davutpaşa Kampüsü mü İstanbul Üniversitesi Avcılar kampüsü mü derseniz; Avcılar derim tabiki. Ringle okula mı gidilir be! Hem bizim köpekler daha uysal.
  • Yüksek gerilimin ayrı bir laboratuvarı varmış. Vay arkadaş bu kadar branşlaşma sonucunda galiba herkes vasıfsız olacak bir gün.
  • Twitter'a ısındım garip garip aforizmalar yazmaya başladım. Yine favorisiz ama. Algı gerçekten çok önemli. Bazen ölümsüzlüğü bulsam kimse kullanmaz gibime geliyor.
  • Güç isteyen insanların iş aradığı bir ülkede yaşıyoruz. İşçi olmaktan utanıyoruz. Kendimizi yüksek seviyede görüyoruz. Bizim problemimiz bu.
  • Sen demek istiyorum ama hep isimle hitap ediyorum. Olmaz.
  • Kobe bir daha playoff yapamayacak diyorlar. Ancak bu yaz Kevin Love ve Rajon Rondo gelecek big 3 oluşacak diyenler de var. 
  • Yönetilmekten hoşlanan sanatçı yoktur. Kendimle mi çelişiyorum, hayır. Biraz derin düşünün.
  • Sosyal Psikoloji dersi gerçekten çok eğlenceli.
  • Calculus ve Fizikten deli gibi korkuyorum.
  • Ağlamak isteyip de ağlayamamak en kötüsüymüş. Ayna'dan Kadıköy İskelesini bir dinleyin.
  • Silicon Valley diye dizi varmış hiç söylemiyorsunuz!
  • 40 yaşından sonra psikoloji mi yoksa hukuk mu okuyayım? Gerçekten kararsız kaldım. Yine geldik mi güce.
  • Galaxy s3 telefonum yavaş yavaş beni bırak demeye başladı. İnadına bırakmayacağım.
  •  Türkçe podcastlerde bir hareketlilik başlamış. Bir ara yazacağım. Bir youtube ünlüleri yazısı yazıyordum ama yazarken sürekli hakaret ettiğimden yazmaktan vazgeçtim. Çıkıp Call of Duty oynayıp periyodik olarak küfür etsem her videom en az 10bin izlenir. Youtube gerçekten çöplük!
  • Herkes birbirinin takldini yapıyorsa benim taklidimi kim yapıyor.

9 Kasım 2014 Pazar

Hepimiz Suçluyuz

Bugün de güzel olacaktı. Yani her gün gibi olacaktı. Emindi bundan. Yine okuluna gidecekti işte. Onun hayatını değiştireceğini düşündüğü okuluna gidecekti. Hep böyle söylenmişti. Kolejdi nihayetinde ilk altı yıl gittiği okula hiç benzemiyordu. Girilmeyen bir havuzu bile vardı.Ne istiyordu ki daha.Mutlu olmalıydı bu okul paralıydı. Sınıf arkadaşları onunla pek ilgilenmiyorlardı ama okul ne demekti ki zaten. Zaten utangaçtı. İyi yaptığını zannettiği resim de ondan çok daha iyileri olduğunu görmüştü. Gerçek dünya böyleymiş diye düşündü. 6 yıldır beraber okuyan insanların arasına girmek kim olursa olsun zor olurdu diye düşündü. Kahvaltı etmek için masaya oturdu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bugün kulüp seçmeleri yapıldı. Burada kendine arkadaş bulabileceğini düşündü. Basit bir düşünce ama etkinliği garantili.Tabi ki evdeki hesap çarşıya uymadı. 24 kişilik sınıfın 15 kişisi tiyatro kulübüne diğer 6 kişi proje kulübüne kalan 2 kişi ise satranç kulübüne gitti. O da yalnız başına Resim kulübüne gitmeyi seçti Tiyatro kulubüne bu utangaçlıkla gidemezdi hem neydi ki zaten bu tiyatro aşkı gerçeklik varken değil mi?
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Türkçe dersinde hoca yorum ödevi vermişti. Son zamanlarda teneffüslerde yazdığı şiirler ve  yorumlar sayesinde çok geliştirmişti kendini. Bu sefer başaracaktı. Yenal diye bir çocuk okudu. Sonra sıra ondaydı.  Oda okudu. Yenal'dan kötü okuyamazdı zaten.  Güzel okumuştu ama Yenal'a gelen tepkinin onda biri bile ona gelmemişti. Birde küstah Yenal'ın aslında hiç bir şey söylemediki demesi onu gerçekten üzmüştü. Burada da başarılı olamamıştı. Yenal haklı mıydı?Belkide...
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sbs diye bir şey çıktı bir anda. Artık liseye gitmek için için iki sınava girmesi gerekiyordu. Buraya yabancı dil öğrenmeye gelmişti ve karşısına bu sınav çıkmıştı. İyi olmuştu aslında bahanesi hazırdı artık yalnızlığına Sbs. Belki de bu yoldaşlık onu yaklaştırırdı sınıfındakilere. Umut ediyordu. Dershaneye okulun civarında gitmeye karar vermişti. Böylece yanında bir sürü arkadaşı olacaktı. Yazıldı bir dershaneye okuluna 100 adım uzaklıktaydı. Bilmiyordu ki o dershaneye sınıfından sadece bir erkeğin gideceğini üstelik diğer arkadaşları dershanesini pahalı bulup ona garip garip bakmışlardı. Yenal'ın yorumu ise daha değişikti. Oraya burssuz gidilmez bu işte kesin bir iş var demişti. Düşünüyor muydu?
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sınıf öğretmenleri rehberlik dersi yapalım dedi. Herkesin yeni alışkanlıkları test kitaplarını çıkartmaya yeltenmişti ki öğretmenin gerçekten rehberlik yapacağı anlaşıldı. İlk sözü bazılarını dışlıyor muşsunuz oldu. Birde adını vererek. Üç gruba bölünmüş bir sınıfta kimse kimseyi dışladığını düşünmüyordu. Birde isim vermişti ki hoca akıllara zarardı gerçekten. Gözyaşlarına hakim olamadı. Dert ortağı esmer arkadaşıyla beraber ağladılar. Bu ağlama onları çok iyi arkadaş yapacaktı.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Dert ortağı ile beraber mutlulardı. İyi arkadaş olmuşlardı. O da yeni sayılırdı buralarda. Ondan bir yıl fazlası vardı ama hile ile en iyi sınıfta olduğu konuşuluyordu. Gerçekten de birbirlerine benziyorlardı. Kimse güzelsin dememişti ikisine de mesela yada babaları eve hep geç geliyordu. Mutluydular. Biraz azdılar ama buna da şükürdü.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Almanca öğretmenlerinden gerçekten çok etkileniyordu. Çok güçlü bir kadındı. Herkes ondan korkuyordu. Gelecek artık Kabataş yontmataşta değil gelecek yabancı özel okullarda cümlesini her fırsatta kullanıyor ve her seferinde farklı argümanlarla destekliyordu. Yabancı özel okula gitmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Kabataş kötü müydü? Hayır ama işte Kabataş sonuçta. Gelecek oradaydı gelecek onundu buradaki yalnızlığına gelecek denen o şey yüzünden katlanıyordu zaten. Hangisini seçebilirim diye şimdiden araştırmaya ve her zamankinden daha fazla çalışmaya başladı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Şiirler yazıyordu ya bu sefer birine yazmıştı şiiri ilk defa birine bir şey yazmıştı. Onu yazdığı kişiye okutmaya karar verdi ama işler hiç öyle yürümedi. O gün yazdığı insan şiir hakkında atıp tutarken duydu ve şiirine herzamaki gibi kendine saklamaya karar verdi.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Okulun son günü gelmişti. Serbest kıyafetler ve diğer şeylerin günüydü işte. Sınav öncesi son eğlence olarak düşünüyorlardı bunu. Hiç de fena bir fikir değildi. Giyinip gitti. Arkadaşı yoktu gelmemişti bu sefer bir çocuk yastık getirmişti. Ona uzun uzun sarıldı. Neden sarıldığını bilmiyordu çünkü son gün olduğu için midir nedir insanlarla çok iyi iletişim kuruyordu. Umut dolu bir gün geçirdi ve sonunda rahatlamıştı.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yeni eğitim yılına başlarken hayatı hiç fena değildi. Esmer arkadaşı bir alt sınıfa düşmüş ve yeni yeni arkadaşlar edinmişlerdi bu sayede. Sınıfta da artık en yeni isim değildi. Üstelik belli bir yaşanmışlıkları olduğu için iyi geçiniyorlardı. Kutuplaşma yok olmuştu.Bir kaç küçük sağlık sorunu yaşamıştı ama fena değildi. Konuşkan bir insan olmuş ve diş tellerini çıkarmıştı. Bunca şeye rağmen erkekler yönünden şansı açılmamıştı. Birilerini seviyordu ama utangaçlıktan da değil normlar böyleydi. İlk adımı hep erkek atardı. Bir de şu sürpriz yabancı okullar sınavı çıkmasa güzel olacaktı. Daha iyiydi ya bir çok kişi aman uğraşamam diye o sınavı boş verecekti. Özel yabancı okula bir de burslu gidecekti.Yani mutluydu.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hayalindeki gibi özel yabancı okuldaydı artık. İlk günler sıkıcı iyiydi ama şu bayram tatili ve domuz gribi yüzünden pek kaynaşamamışlardı birbirleriyle. Bir de onun ufak tefek sorunlar nedeniyle yaptığı devamsızlıklar yüzünden anıları canlanmaya başlamıştı. Okul da zordu yani. Sene sonunda belli bir seviyedeydi ama bu hayal ettiklerinin yarısı bile değildi hem yatılı kısmı olan okul zordur bilirsiniz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yazın evinin önünden her gün geçen Serkan diye birinin kullandığı bir otobüsün altında kalarak öldü. Hiç doya doya gülmeden,bir erkeği öpmeden gitti buralardan. Şiirlerini kimse okumamıştı. Psikologlar ailesine şiirleri atmasını söyleyecekti zaten yakın zamanda. İzi kalmamıştı dünya'da bir kaç fotoğraf  haricinde ve son gelmişti geleceğe umutla bakarken geleceği ondan korkmuştu. Bitmişti HAYAT Bir tiyatro kadar sessiz!

23 Ekim 2014 Perşembe

Notthlarrr


  • Futbol gerçekten bitmemiş Galatasaray-Dortmund maçının olduğu gün (dün) saat 20.40 Yenibosna Metro bomboştu. Futbol kitlelere hakikaten bir yerlere süreklemiş ama otobüsle gidilmeyen bir yerlere!
  • İyice odun oldum dostlar,okuduğum tek düzenli yayın Penguen ve Cafcaf. Bu arada Müslüman Genç Kızın hayata Tutunma Rehberi güzel olmuş. Birde adamların hakikaten bizden olduğunu Penguen çalışanları gibi tuhaf tipler olmadığını hissetmek gerçekten güzel oldu. Yaşasın Küfürsüz mizah!
  •  Hayat Yokuşu'nun yeni Ayfer'i bizim Sihirli Annem Ceren olmuş. Yok hakikaten o olmuş hatta daha da mı küçük!
  • Dizi yazmak bloggerlık değildir diyen bir ben kaldım bir de rüzgar!Bende mi bu işe girsem? Akrananilla bir de Kanald dizisi yazdık mı değmeyin hitimize.
  • O kadar Mühendislik okuyorsun hala blogger'ı niye kullanıyorsun diyen arkadaşlara da cevap verelim: Blogger sadece bir cms değil (Ay neler öğrenmişsin sen çocuk). Aynı zamanda bir topluluk bir kaynak bir yol. Topluluk olayı google'da üstte çıkmak olarak algılamak gerçekten çok yanlış. Sonraki blog hizmeti için bile blogger'da yazmaya devam edebilirim. Bir de eğer kendi kurduğum bir Wordpress blogda yazıyor olsaydım yazdığım tarihlerin güvenilirliği olmazd ama blogger sayesinde saatine hatta dakikasına güvenilen bir tarih sistemine sahibim. Bunun yanı sıra Wordpress gibi cms'lerin asıl gücü yazı değil. O yüzden yazdığınız yazıları gelişigüzel istifliyor, bloggerda ise düzgün şeklinde saklanıyor. Bir de özgüven eksikliği var tabi ezelden. Wordpress kursam çöker, bozulur, veri kaybolur falan gibi şeyler beni sadece korkutmuyor aynı zamanda caydırıyor da.
  • Metrobüs gerçekten salak bir şeymiş. Bir şey nasıl hep dolu geçebilir yahu. Acelem olsa kesin karakolluk olurdum. Neyse yine özgüven eksikliği kurtarıyor beni aynasızlardan.
  • Geç verilen cevaplar köşesine yazmayı planlıyordum ama aynı insana üst üste geç verilen cevap vermek yerine bir Erhan Güleryüz şarkısı ile yanıt vermeyi tercih ettim. Ne mi şarkı tabi ki çocuğum   https://www.youtube.com/watch?v=NfMyZjzWOIU
  • Bütün Kahramanları Fos çıkar insanların demek istiyorum öff yine Erhan Güleryüz etkisindesin Anıl git bir uyu!
  • Yazılarımda deli gibi hatalar olduğunu gördüm. Hiç mi söylenmez. Gerçekten yazılarımı kimse okumuyor mu?
  • Yedi Güzel Adam'ın acilen bitmesi gerekiyor. Gazı bayağı bir kaçtı. Ama gözüken o ki küçük çaplı bir Leyla ile Mecnun vakası yaşayacağız galiba:  http://cepli.blogspot.com.tr/2013/12/ben-ozlemedim.html
  • Vizeler dolayısıyla iki hafta daha buralar çorak olabilir ancak dönüşüm muhteşem olacak. Yeni şiirimsiler hazırlıyorum. Haydi hayırlısı!
  • Yazılımcı podcastleri hakikaten berbat oluyor yahu. Daha konuşmaktan aciz adamların tek başına şov yapma çabaları sadece acınası oluyor. Bari yalnız başınıza yapmayın.
  • Yazdığım yazılardan özel okula karşı olduğumu düşünenler olmuş. Çok yanlış. Benim bugünlere gelmemdeki en büyük etken o okullardır. En basitinden FK'nın Tenefüs Dergisi olmasa şu an bu satırları yazıyor olmayacaktım. Bana içimdeki sevgiyi ve nefreti veren okullarıma sevgim sonsuz. Yalnız o yeni binayı hiç yapmayacaktınız.
  • Yıllardır memur olmayacağım diye çırpınırken Kpss'de de (çalışmadan) iyi denebilecek (belki de denemeyecek) 86,3 puan yaptım. İyi bir yere atanmam zor gözükse de zabıt katipliği sigorta gibi karşımda duruyor. Zor iş yok yok yapmam. Yapmam dedim ya!
  • Bu yıl Nba 2k'yı henüz oynamaya başlamadım. Manager desen yok. Telefona bile oyun indirmeyeli yıl oldu. Galiba yaşlandım.
  • Usb bellek önemliymiş yahu Cloud Mloud bir saatten sonra sadece angarya olmaya başlıyor. 
  • Twitter'ı Pucca ve Sevim Gözay arası Ahmet Ümit retweeti olarak algılmaya başladım. İMDATTTT!!!!!!
  • Wonderkid'liğimiz geçmiş arkadaş prime'mızdada değiliz biz neyiz ki şimdi.
  • Nba'de San Antanio hayatta şampiyon olamaz bu sene diyorum ve Oklohoma'ya selam çakıp huzurunuzdan ayrılıyorum.

12 Ekim 2014 Pazar

Şamar Oğlanı

Yine Florya Koleji zamanlarından yine orta birin yarısını ve orta ikinin bir kısmını içeren bir iç karartıcı anıya hoş geldiniz. Böyle yazılar yazmayı sevmediğimi biliyorsunuz ama şartlar bunu gerektiriyor. Bende yazmak isterim sosyal psikoloji veya c programlama ile ilgili yazı ama olmuyor işte. Buna mahkumsunuz (Kim mahkum be!Kendi kendine konuş sen.).
    İstanbul'a gelene kadar hiç küfür duymamış bir çocuktum (Gebze'nin çok nezih bir yer olmasından değil yaşam küçük olduğundan.). Buraya ayak bastıktan sonra bazı kelimelerle karşılaştım. Etkileşimde olduğum yaşıtlarımın belli başlı kelimeler ile karşılaşınca bir birine saldırdıklarını gördüm. Topluma uyum sağlama davranışı sergileyerek ben de o kelimeleri kullanmaya ve hatta belli başlı kelimeler duyunca arkadaşım dediğim insanlara saldırmaya başladım. Çok fazla böyle kelime kullanmıyor ve belki sadece bir kere saldırıda bulunmuştum. Derken annemin ve babamın telkinleri ve kendi anlayışım gereğince küfür etmemeye ve küfür karşısında tepki vermemeye başladım.
     Kendini ne güzel övüyorsun, sen çok zekisin; dediğiniz buradan duydum. Bunun bir erdem yada başarı olmadığını belirterek anlatmaya devam ediyorum. Başlarda güzel gidiyordu elbette. Anıl yalan söylemez, güzel konuşur gibi çeşitli hurafelerle bile karşılaşmaya başlamıştım. Derken  bir gün üst sınıf ile basket oynarken bir adamın bana okkalı bir küfür etmesi ve benim her zamanki gibi sessiz kalmam ile her şey değişti. O an tepki vermememe daha da sinirlenen çocuğa karşısı girdiğim inanılmaz büyüklük hissi yaşayacağım belki de son büyüklük hissi olacağını bilsem daha da üzerine giderdim. O günden kısa sürede adım küfür edildiğinde tepki vermeyen çocuğa çıktı (Tabi ki onlar böyle söylemiyor yerine başka bir kelime kullanıyordu.).
     Önceden bu yüzden beni seven insanlar aynı nedenden hor görmeye başladı. O söyledikleri kelimenin anlamındaki iğrenç şeyin etkisi idi bu elbette. Sonuç olarak yakın arkadaşlarım da dahil olmak üzere neredeyse bütün orta okul ve orta okula yakın çocuklar durduk yere bana küfretmeye başlamışlardı. Durum öyle tuhaf bir hal almıştı ki serviste günaydından sonra ilk duyduğum kelime çoğu zaman bir küfür oluyordu. Bu durum belki baş edilebilir olabilirdi ancak yerleşen algı gerçekten iğrençti. Ben de bu iş böyle gitmez diyerek bir gün küfür bana küfür eden (fazla iri olmayan ama benden büyük) çocuğa çattım. Akabinde insanlara küfür etmeye başladım. Küfür etmek konusunda çok da başarılı olmadığım pek fazla dağarcığım ve rol modelim olmadığı için belkide ettiğim küfürler bağlamsız ve eğreti duruyor ve gerçekten iğrenç duruyorlardı. Bunun farkındaydım ama sürekli küfür edilen şamar oğlanı çocuk olmaktansa küfürbaz çocuk olmak algı açısından daha iyiydi. Kısa sürede eski halim unutuldu ve kaba, küfürbaz çocuk olarak nam saldım. Hala yalan söylemez diyorlardı ama ilginç. Artık küfürlere karşı gereksiz fazla tepki veriyordum. Bu yüzden de çeşitli şakalaşıyorduk ya sen naptınlar duyduktan ve anlayışsız damgasını da yedikten sonra tam bir ergen olma vaktimin geldiğini anlamıştım ve bir süre daha bağlamsız küfürler etmeye devam etmiştim.
Peki size ne öneririm:
    Eğer 11-12  yaşlarında bir çocuksanız ve böyle bir durum ile karşılaşırsanız hemen küçük tepkiler verin. Asla tepkisiz kalmayın. Küfür etmek zorunda değilsiniz. Küçük düşürücü bir cümle onu hak ettiği yere gönderecek ve sizi öne çıkaracaktır. Küçük fiziksel temaslardan kaçınmayın. Bu şekil yoğun toplumsal hareket görüyorsanız ise bir büyük olay çıkarın yumruk,tekme ağzını yüzünü dağtın. Bu şekilde artık küfür etmeden yaşama özgürlüğüne kavuşmuş olacaksınız (Ay kız küfür etsen daha iyi şiddet küfürden kötü.Hayır değil!).
   Çocuğunuzun böyle bir durumla karşı karşıya kaldığını düşünüyor iseniz ona sakın küfür etme falan gibi talimatlar vermeyin. Kötü söz sahibinindir falan demeyin. O çocukları fazla ciddiye almamasını ama tepkisiz de kalmamasını söyleyin. Çocuğunuzun sınıfından bir kız çocuk ile yakın arkadaşlık kurmasını sağlayın mümkünse.
   Küfür gerçekten büyük bir problem haline geldi toplumumuzda. Türk filmlerinde sadece küfür edilince gülen, küfür bir kültürdür,küfür en eski lmladır diyen insanlar olduk. Böyle olmak zorunda değiliz ve ne pahasına olursa savaşmaya devam etmeliyiz. Onların küfürleri varsa bizim ince göndermelerimiz var. Pek Yakında gibi bir aile dramasında bile dakikayla sayarak (10 dakikadır küfür yok hemen yolla bir tane) küfür edilirken bu zor ama biz zaten zoru severiz. Daha iyimser bir yazıda görüşmek üzere.
     

10 Ekim 2014 Cuma

Ağa

Sükut ön büyük güçtür derler. Bizi susarak tartışılabileceğini söylerler. İsyan isimli suskunlar çıkarırlar karşımıza. Kahramanları suskundur romanların, filmlerde suskun kızlar sevilir. Böyle mi olması gerek peki. Susmamız mı gerek. Susmak mıdır erdem gerçekten. Susmak en kolay yalandır herkesin söyleyebildiği ve belki en kolayıdır her zaman ama ya susmazsan.
     Bir çok büyük yazarın susma dönemi vardır. Yıllarca yazmazlar. Zannederler ki onlar kitaplarıyla,yazılarıyla konuşan insanlardır. Onlar sadece önlerindeki toplumu görüp görebilecekleri muhtemel tepkiyi göz önüne bulundurarak konuştuklarını yazmama kararı almışlardır. Toplum çok önemlidir. İnsan hayatının vazgeçilmezidir. Sistemi karmaşık gibi görünmesine rağmen oldukça ilkeldir. Sözü dinlenenler ve sözü dinlenmeyenler vardır temelde toplumda. Sözü dinlenenler grubu insanlara farklı şeyler söylemeyen gruptur. Temelde iyilik, çalışkanlık kavramlarına sarılırlar. Bu insanların büyük sözler ettiklerini çok büyük yazarlar olduğunu düşünebilirsiniz. Yanlıştır bunlar politikacılardır. Daima kazanmak gibi bir huyları vardır.
      Sözü dinlenmeyenler ise büyük yazarlardır. Onların kelimeleri ağır gelir yukarıdakilere ve yanlardakilere... Modern dünyanın delileridir yazarlar onlardan politikacı falan olmaz. Gidip en güçlüye en çok sözü dinlenen adama laf ederler. Söyledikleri sözün doğruluğunun hiç önemi yoktur. Ne yaparlarsa yapsınlar linç edilmeye yenilmeye mahkumdurlar. Düşmanları olsun istemezler başta sonra ise neden düşmanım yok diye dövünürler. Herkesin bir ağası vardır evet onların da vardır sözünü dinledikleri bir ağası. Kim olduğu önemli değildir bu ağanın. Ağası onu fark etmez. Ağası zaten ya yaşamıyordur yada onunla doğrudan iletişimi yoktur.
      Bazıları tartışma kültüründen falan bahseder öyle bir şey yoktur. Sadece ağanın tepkisi karşısında konum almak vardır. Tartışman belirli kalıplar dışına çıkamaz. Temelde aynı şeyler söylenir. Yine politikacılara laf atılır onların kölesi olunduğu bilinmeden. Politikacının gücünün yasa, polis,asker olduğunu zannederek çeşitli ahkamlar kesilir. Politikacının gücü sözünü dinletebilmektir. Dalga geçilen insan politikacı olamaz.
     Politikacı tabirimin gerçek anlamıyla hem de biraz soyut bir anlamda kullandığımı anlamışsınızdır. Her küçük topluluk kendi ağaları ve insanları vardır ama peki yazarları var mıdır? Sanmam. Size önerim ağalara laf etmeyin laf ederseniz de Ayna'dan bir Tek Tabanca dinleyin:
https://tr-tr.facebook.com/video/video.php?v=10150358028937728

 Ben mi ben yılmadım, yorulmadım, bozulmadım bu savaştan. Yontulmadım ama size bunu öneremem!

5 Ekim 2014 Pazar

Nootlar(Paslanmış Kalem)


  • Okulun başlamasıyla yağmur sezonunun başlaması aynı tarihlere denk gelince yeni bir ortama giren mutsuzlar ordusuna bir romantizm katıldı. Haydi hayırlısı
  • Üniversiteyi abilerimiz yüzünden arada bir gidilen rahat ortam olarak gören neslimizin gidip sosyoloji veya gazetecelik gibi bölümler okumasını öneririm.
  • Bana yıllar önce hedeflediğim okul Kabataş diyen arkadaşımın hakikaten Kabataş'tan mezun olduğunu öğrenmek! Bazıları şanslı oluyor be!
  • Bir yıl aradan sonra matematiğe dönmek hakikaten zor olabiliyormuş. Siz siz olun Mühendisliğin zorunlu hazırlık sınıfında okurken bir yandan matematik çalışın.
  • Metrobüs'te tanıdığım hiç bir insanı görememem bir tesadüf olabilir mi sizce? Bence olamaz!
  • Bu yıl yeniden bir şeylerde aciz olduğumu hissettim. En son böyle hisler içinde olduğumda pek de hoş olmayan şeyler yaşamıştım. Ama bu sefer geçen seferkinden daha kibirliyim ve ne hikmetse her zamakinden daha çalışkanım.
  • Auzef 'te Sosyal Psikoloji dersinde video ve ses dosyasının olmaması insanın canını sıkıyor.
  • Otobüste bir şeyler okumak iyi ama en fazla 40 dakika da ineceğim durağa ulaşan otobüste bölünmüşlük insanı mahvediyor. 
  • Metrobüste bir sene aynı sınıfta okuduğum salak bir insanın evleneceği haberini duymam da manyaklık. Dinleme insanları mutlu ol. Hakikaten 20 yaşında insanı garip duygular içine sokuyorsunuz. Dur Birazzzzz!
  • Evliliğin ilk gece hakkını elde etme anlaşması olduğunu düşünen insana sosyolog mu denir? Hayır biraz düşünen insan denir. Hani nerede ailenin kutsallığı?
  • Tüketmenin çalışmanın zıttı olduğunu düşününce karşımıza kapitalizm çıkıyor. Ben demiyorum bu sefer!
  • Alın Yazım dizisindeki Melek karakteri Asya'dan büyük mü küçük mü anlayamadım. Amerika'da üniversite okuyup geldiğini zannederken burada vizelere çalıştığını görmek insanı şaşırtıyor. Melek, Asya'dan büyük gibi geliyor. Bir yandan da öyle olsa dizi biter diyerek bu saçma sapan itirafımsı şeyi bitiriyorum.
  • Bir ara hatırlatın bu yazıyı yakayım. Çok kötü oldu be hakikaten paslanmışız. Neyse büyük projeye son 20 ay!
  • Blogda yazmayınca roman yazmaya başlamadım yada saçma sapan bir firmanın halkla ilişkiler departmanına girmedim rahat olun. EYLEMLERİM SÜRECEK!!!!!!
  • Görsel tasarım çok önemli kardeşlerim!
  • Bazen Dostoyevski blog yazsa okunmazdı diye düşünüyorum. Evet okunmazdı. Ahmet Ümit'in twitterında Dostoyevski şimdi yaşasaydı isimli yazıya yapılan; Senin kitapların okunmazdı söyleyişinin sadece cahillik koktuğunu düşünüyorum. Belki de sadece kendimi avutuyorum ama her şeyin bir zamanı gibi bir dede cümlesi söyleyerek bitireyim.
  • Twitter'a çok şey yazmak istiyorum ama dava açarlar korkusu her an içimde. Yazıp yazıp siliyorum Twitterda
  • Pucca Ceri ile evlenecek miymiş? Yapılır mı bu salaklık Pucca. Neysee bana ne!
  • Şunu anladım ki Türkiye'de şu an alınacak güzel notebook yok. Hep aynı terane. 2.5 kilo ayıcık laptoplar ve şekilsiz tabletimsiler. Nerede bir Vaio Pro Ultrabook... Ekonomimiz hakikaten kötü durumda ben bunu anladım ve evet hala daha bir notebook'um yok. (Laptop mu diyeydim.)
  • Her şeyin önüne post getirmeye çalışma görgüsüzlüğünü yapmak istiyorum ama çene kondisyonum yetersiz!
  • Her şeye rağmen yazmayı özlemişim. Tabi bir de yemekhaneden yemek yemeği. Neyse hatlar karıştı...
  • Kaç gün yemekhanede yemek yedim Bir gün kazan pilavı yiyemedim. Neyse Yenibosna'da seyyar pilavcı var.
  • Metroyu gerçekten özlüyorum. En azından Florya'dan geçmiyordu.
  • Lisedeki Hamidiye poşetli çocuk olarak bilinirken yeni okulda herkesin elinde Hamidiye su olması insanı şaşırtıyor.
  • Bu ara sürekli Ayna'nın Tek Tabanca şarkısını dinliyorum. Dostum hiç iyi değilsin! 
  • Aramızda Kalmasın isimli magazin konuşulan bir program ortaya çıktı.  Jess'in bu sefer baş aktör olduğunu görmek biraz tuhaf olsada Funda denen kadından hiç bir şey olmaz.
  • Neyse paslı halimizle uzun uzun yazıp kendimizden soğutmayalım. Yarın görüşmek üzere

24 Eylül 2014 Çarşamba

Neden Sosyoloji Okuyorum

Bunu bir yazı serisi haline dönüştürmeyi planlıyorum. Amacım sizin neyi neden yaptığınız konusunda düşünmeye başlamanız. Bunu bu kadar büyük ölçekli (makro mu deseydim...) düşünmek zorunluluğu da yok. Hayatta en çok atladığımız şey neden sorusu? Bu durumun bizi mutsuz yaptığını söyleyenler var, ama bence asıl düşünürsek mutsuz oluruz. Sürekli Ayna şarkısı dinleyen bir insanın böyle nedenli ahkamlarını görünce samimiyetsiz bulacaksınız belki. Aslında bunu da düşünmemiş olacaksınız. Kendi kendine gelin güvey olmaktan ölmekmiş yazarlık onu şu an anladım. Aşkın nedensizliği üzerine şarkılar yazıyor gibi görünebilir ancak sadece bir şarkıda tılsımın nedir bilemedin diyor... Neyse baya saçma oldu. Evet ikiyüzlüyüm!
     Bu sefer nispeten yakın bir tarihten bahsedeceğiz. Lise yıllarımdan. Lisenin de üçüncü sınıfından. Felsefe dersinden. Yıllardır izci kadın olarak bildiğim öğretmenin felsefe dersi veriyor olmasından dolayı başlayan şaşkınlığımı insanların belirsiz konular hakkında bu kadar çok konuşabildiğini görmemle katlanmıştı. Yıllarca sözelci çocuk olarak yaşamımı sürdürdükten sonra felsefe denen şeyi bu kadar anlamamam gerçekten beni üzmüş ve kendimi yıllar sonra ilk defa sen matematikçi adamsın demiştim. Artık belli şeyleri kabullenmeye başlamış ve kendimi biraz da gerizekalı görmeye başlamıştım. Tabi ki hayat benim kabullerimle yürümüyorum.
     Aslında kabullenmemin artık kesin olduğunu zannettiğim bir gündü. 3 ders zorunlu performans ödevimi yapmış ve yine rezalet bir performans sergilemiştim. Estetik hakkında rezalet bir sunum yapıp çoğu şeyi anlatamayıp ve daha az şeyi anlamayıp bitirmiştim. Çok da düşük olmayan notumu almış ve yılın geri kalanını derste vakit öldürüp sınavda ne çıkacak hocam diye ümitsiz sorular sormak üzere kendimi hazırlamıştım. Böyle güzel güzel giderken Öğretmenim gelip hiç konuşmayanlar var onlara bu konuda söz vermek istiyorum dedi. Bir kaç devamlı konuşmacı konuşmasını yaptıktan sonra konuşmayan insanlara sıra geldi. Konuşmayanlar utangaçlıktan konuşmuyordu tabi. Ben hariç. Kalkıp genele uyan itirazsız konuşmalar yaptılar. Sıra bana gelmişti. Ben bir şeyler gevelemeye çalıştım. Normalde zaten herkes temel anlamda aynı şeyi söylemişti. Cümleler süslü olunca farklı gibi anlaşılıyordu ama benim gibi düz sayısalcı adam bunu anlamıyordu. Orada ben (ne üstüme vazifeyse) herkes aynı şeyi söyledi dedim. Benim bir daha tekrar etmeme gerek yok. O zaman sen farklı bir şey söyle deyince ise yanıtım bu kadar insandan daha akıllı olamam oldu (Kinaye falan yapmıyordum.). O zaman sen de söyle o aynı şeyleri deyince ise söylemeye çalıştım ve söyleyemedim. Gerçekten ağzımdan çıkmadı. Başıma çok sık olmasada arada bir gelen bu durumu kanıksamış bir zafer gülüşü beklerken öğretmenin ben sosyoloji okudum insanları iyi gözlemlerim seni de sene başından beri gözlemliyorum ve seni sözel konulara ilgisiz buluyorum dedi. Bir sosyoloğun bu kadar sığ düşünmesi ve bunu söyleyen insanın az önce bana farklı ol demesi çelişkisi içerisindeyken biraz küstahça davrandığımı düşünüp sustum. Zafer kazanmış hocanın ise susmaya niyeti yoktu. Bana bir şeyler yazmaya çalış dedi. Kendine sosyolog diyen bir kadının bir insan hakkında bu kadar yanlış düşünmesi beni sinirlendirdi ama yıllardır yazma eylemini gerçekleştiren bana sen hiç yazmamışsındır demesi beni çıldırttı.
   Nerede hata yapıyorum diye düşünürken şu felsefe hakkında bir şeyler okuyayım dedim. Sophie'nin Dünyası kitabını aldım ve okumaya başladım. Okuyordum ve sıkılıyordum. Kafamı gerçekten vermediğimde okuduğumu hatırlamadığım bu kitap hakkında okuyan bir arkadaşımın da 3 günde bitirdim demesi ile kitabı fırlatıp attım. Hissettiğim tek duygu acizlikti. Biraz ağladım ve o dünyada olmayacağımı düşündüm. Hayal kuran düşünen insanlar arasında. Ot gibi bir yaşam süreceğimi kabul etmiştim. Aslında kabul etmemişim. O yollardan geçmek istemişim. Bana yaz diye öneride bulunan hocadan iyi olduğumu onun yolundan giderek göstermeyi düşünmüşüm. O günlerde yaşadığım çaresizlik yüzünden yazmak konusunda da hevesim kırıldı ve iğrenç haberimsi yazılar yazdım. Bir dönemde hiç yazmadım ama savaşan bir tarafım varmış ki beni sosyoloji okumaya itti ve kalemimi yeniden elime almamı sağladı. Hala insanların tartışırlarken aynı şeyleri söylediğini düşünüyorum ve bunu bir takım yazılarda (ZİYAA) anlatmaya çalıştım. Belki de bunun hakkında bir kitap yazıp sosyolog öğretmenime okutacağım. Belki de onu yazabilmek için okuyorum.
     Yazarken asıl amacımın yazmaya dönmek olduğunu anladım. Uzun lafın kısası yeniden yazabilmek için sosyoloji okumaya başlamışım. Özgüvenimi geri kazanmam için bilinçaltımın bana oynadığı bir ilizyonmuş sosyoloji okumam yani. Yoksa bu kadar kabullenmişlikle işletme okumam kaçınılmaz olurdu!

Not:Biliyorum kalite yerlerde ama yapacak bir şey yok!..

19 Eylül 2014 Cuma

Neden Mühendislik Okuyorum

Bildiğiniz gibi okullar açıldı ve yeni bir maceraya atıldım. Şuan için pek bir şey anlamasam da yorgunluğun fiziksel kaldığını görsem de. Üst sınıflardaki tiplerin sığlığını duysam da yine de umutluyum. Neyse konumuz bu değil. Konumuz benim neden buraya geldiğim. Psikoloji,hukuk ve hatta tıp neden okumadım? Neden bunlar gibi belli ölçüde ilgilendiğim hatta ailemin yıllardır ilgilendiği bölümler varken mühendislik okumayı tercih ettim? Düne kadar bu soruya yanıtım hiç kimseyi tatmin etmeyen biraz yapmacık şeylerdi:
  • Ben ömür boyu çalışmak için, belli bir zamandan sonra birikimimim üzerine yatmamak için burayı seçtim.
  • Patron olsam bile asla gerçek manada patron olmamak için
  • Seviyorum be bu işleri
  • Beni küçükken elektrik çarptı bilgisayardan, ben de bana çarpan şeyden uzak kalmayı seçtim bir süre ancak sonra anladım ki bu zamanda bilgisayardan bağımsız bir hayat düşünülemez. Bende hayatı yakalamak beni  neyin çarptığını bulmak için buraya geldim. (Son derece etkileyici çarpmalı marpmalı kısmen de doğru olan önermeyi pek kullanmamayı tercih ediyorum.)
Bu şekil aslında bir şeyler söyleyen ama genel anlamda soyut kalan şeyler gördüğünüz gibi. Peki gerçeği ne diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Dün metrobüste Florya anansonu duyunca ve karşımda gözlüklü zayıf bir çocuk görünce birden hatırladığım bir olay yüzünden okuduğumu anladım. Kaseti yaklaşık yedi yıl önceye saralım:
     Okulun ilk haftası bitmiş. İkinci haftasının hangi günü olduğunu hatırlamadığım bir günündeydik. Müdür yardımcımız yedinci dersin başında bizden spor salonuna inmemizi istedi. Çok da heyecanlıydı. Ne diye sorduğumuzda ise; hayatınızı değiştirecek çok güzel ve eğlenceli bir şey dedi. Aşağıya indiğimizde sadece bizim sınıfa has bir şey olmadığını anladık. Okuldaki bütün ortaokul öğrencilerini toplamışlardı. Herkes okulun bu ilk günlerinde yine ne bela çıkacak başımıza diye tedirgin bir şekilde bekliyorlardı. Daha önce oryantasyona orient-tasyon diyen bir hocaya sahip olduğumuz için yaşadığımız tedirgin bekleyişi şu an haklı bir biçimde yaşıyorduk. 
     Bir adam çıktı ve konuşmaya başladı. Klasik sunum yapma tekniğiyle başladı. Elektronik, bilgisayarlar falan diyerek başladı. Konuya da çağımızın yegane uğraşı diyerek girdi. Robotik kulubü kuruluyordu. Şuan düşünüyorum da adam tam bir profesyoneldi. Bu kulüpte neler yapacağımızı anlatırken radyo kontrollü robot diyerek söze başladı. Radyo kontrolü deyince küçük ortaokullu çocuklar olarak radyodan kontrol edebileceğimiz robot gibi şeyler düşündük. Ondan sonra adam tabiki sesle kontrol edilebilen robot dedi (Nasıl yapılacağı hakkında hala fikrim yok:).) . Ondan sonra bizim çılgınca etkilendiğimizi görünce çizgide yürüyen robot dedi ve bunu kendi okulumuzda bile gördüğümüz için pek etkilenmedik. Bunu fark edince programlamayı size sadece temel seviyede değil orta düzeyde öğreteceğiz dedi ve can alıcı cümle, Bu kulüpten sonra evde kendi robotlarınızı yapacaksınız (bağımsızlığa yapılan vurgu çok kıymetli adam tam pazarlamacı). Referanslarını vermeye başladı şu kolejde çalıştığım çocuklar Tübitak'tan şunu bunu kazandı. Kulübe gelenler çoğu Elektronik, bilgisayar gibi mühendisliklere yerleşti (Veliden para alırken söylenecek sözler... Herkesin pazarlamacı olduğu bir ütopya yazma planım var aman hatırlatın!) . Yanımda oturan Sloukas ve Biri gerçekten etkilenmiş görünüyorlardı. Hatta Sloukas bunu alınca hayata önde başlayacağız zaten ingilizcemiz var gibi cümleler kuruyordu. Biri ise hayatının fırsatının bu olduğunu söylüyordu. Bilgisayarcı arkadaşımız Hundan Sonra ise biraz sonra çıkarılacak faturayı sezmiş ve savunma moduna geçmişti bile; bunlarla uğraşacağıma bilgisayarımdan web programla ile uğraşırım hiç değilse para kazanırım diyordu. Sloukas ise Hundan Sonra'ya geleceğini yakarsın mühendis olamazsın gibi şeyler söyledi. Bana niyeyse koçum diyip fikrimi sordu Sloukas. Benim yanıtım ise netti pahalıdır yahu. Yekten söylemek gibi bir özelliğim olduğunu bilirsiniz çoğu zaman bu sayede sinir bozucu olurum bu sefer de sinir bozucu olmaması gerekirken Sloukas'ın sinirleri yine bozulmuştu (Şartlı refleks olmuş adamda be!). Bana üç kuruş paranın hesabını yaptığımı bunun hayatımı değiştirecek şey olduğunu söyledi. 
      Konuşmacı adam konuşmasın sonuna gelmiş ve sorularımızı almaya başlamıştı. Her kolejde bulunan ikiz izcilerin sorusuyla salonda garip anlar yaşadı. Ücretini sormuşlardı ki bu çocuklar Şenlikköy'ün göbeğinde oturuyorlardı. Adam söyleyecekken müdür yardımcımız onu sonra açıklayacağız şimdi söylemeyelim dedi. Çok pahalı olacaktı çok. Sloukas'ın etkilenmesi ise sanırım kalıcıydı. Ne olursa olsun gideceğim diyordu. Biri de çok istekliydi (Şiir okumasıyla meşhur robotçu!). Evlerimize dağıldık.
      Ertesi gün 3000$ olduğuna yönelik rivayetler dolaştı. Bir çok kişi vazgezmişti bile. Hundan Sonra yine haklı çıkmıştı. Ondan sonra öğrencilerimiz arasında ayrımcılık yaratacağı ve zenginlere karşı bir nefret oluşturacağı gerekçesiyle iptal olduğunu söylediler. Tabii bundan önce kamuoyu yoklaması anlamında kaç kişi robotik kulubü istiyor diye parmaklı sayıp yaptırdıktan sonra. Bir rivayete göre tüm ortaokullardan sadece beş kişi istemediğini söylemiş. Böyle olunca da iptal etmişlerdi. 
      Biri ve diğer havesliler bunu unutma yolunu seçerken Sloukas ise bastırıyordu. Hangi okulda var başka parasını verip o okulda gideyim ben bunun için doğduğumu anladım gibi şeyler söylemiş hocaya. Hoca da başta tamam demiş ve adamların bağlantılı olduğu en yakın okulu söylemiş. Sloukas'ın annesi de gidip konuşmuş ve böyle bir şeye ancak okulumuzda okursa izin verebileceklerini söylemiş. Sloukas gitmeye hazırdı ama bizim niye olduğunu anlamadığım ama içten gelen gitme fikrimize kapılıp kaldı. Hayatının fırsatını kaçırdığını düşünüyordu o günden sonra bir daha fen dersini dinlemedi. Şu an da Gemi Güverte mi ne okuyor. Biri fotoğrafçılık okuyor. Hundan Sonra ise Mekatronik okuyor. Yani ben ve Hundan Sonra ulaşamayacağımızı anladığımız için dolambaçlı bir yoldan da olsa ulaşmayı tercih ettik ama zenginler ise o şey olmayınca ona direkt küstüler. Eğer Sloukas bunu günlerce konuşmasıydı belki de şu an Hukuk veya Psikoloji okuyor olacaktım. Önünüze fırsat diye sunulan ama ulaşamayacağını düşündüğünüz şeyler gerçekten fırsatımız olabilir unutmayın. Gemi Güverte okuyunca tekstilci olunuyormuş bir de unutmadan:).

17 Eylül 2014 Çarşamba

Ben Yazmam Haddim Değil----1---- Psikoloji 1. Sınıf Öğrencisi Ferit Zegeman'ın Hayatı

Herkese söylüyordu psikoloji okumaya lise 2'de karar verdim diye. Kısmen de doğru söylüyordu. Lise 2'de Tm seçmişti. Gerçi sözel olsa onu seçerdi ama bu konuşmak istemediği bir konu. Etrafındaki ben mühendis olacağım insanlarından bıkmıştı daha lisenin ilk yılında belki de ondandı Tm'yi seçmesinin nedeni yada Sosyal psikolojik açıdan yaklaşırsak yeni insanlar yakınlık kurma zorunluluğu ve zorluğu yüzünden de Psikoloji'ye yönelmiş olabilirdi. Yıllarca Mühendis olacağım araba yapacağım, uçak tasarlayacağım (dikkat araba yapılıyor uçak tasarlanıyor eşyaların kastı bu olsa gerek),yazılımcı olacağım falan diğen sayısalcı arkadaşlarının hepsinin tıpa yönelmesini sosyal psikolojiyle açıklayamasa da Freud'un bizi oluşturan üç şey temasına yaslanarak durumu kurtarmıştı.
   Nasıl mı açıklamıştı? En baştan başlayalım. Freud, id, ego ve süperego kavramlarının topluca bizim benliğimizi oluşturduğunu söyler. Kısaca İd hayvansal yanlarımız, ego bilincimiz gibi bir şey (ben yazamam deseymişim başlıkta keşke neyse!) ve süperego yani dışarıdan gelen kurallar, normlar,yasaklar. Bu kendini mucit sanan kardeşlerimizde egoları mühendis ol derken İd'leri mühendislikte aç kalabilme ihtimalin düşük ve hayvan dediğin garantiye gider macera yaşamaz;demiştir. Çevreden (süperego) de doktorluk telkinleri duyunca ister istemez Tıpa yönelmiştir. Bunu zorla diye düşünenler olacak bilhassa kendi bilinciyle. Tabi buradaki 2-1 galibiyet gibi gözüken cahilce bir yaklaşımdı ama ne yapsın daha birinci sınıf öğrencisiydi.
     Neyse ne diyorduk, psikolijyi seçme mevzusu... Lise sona geldiğinde Tm'de hangi mesleklerin olduğuna baktı. Savcılık, hakimlik,diplomatlık,valilik,çeşitli öğretmenlikleri görünce Tm'nin açılımının tam memurluk olabileceğini düşündü. Memur olmayı kendine kabul ettirmeye çalışırken son anda kız mesleği olarak olduğu psikolojiye bir göz atmayı düşündü ve sevdiğini fark etti. Herkes biraz psikologtur derdi annesi zaten hem onu da mutlu etmiş olurdu (süperego). O zamanlar devlete girmemek için yapılan asilik olarak görüyordu tabi anne düşüncesi psikoloji okuduktan sonra geldi. Psikolojiyi seçme hikayesi bu kadar psikolojikti işte...
     --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

O gün kız arkadaşıyla bulaşacaktı. Liseden değildi,bu sene tanışmışlardı. Psikoloji okumuyordu ama işletme okuyordu. Süperegosunu ve idini tatmin etmeyen bu bölümde okuması onu okula zor giden bir insan yapmıştı. Ona bu isteksizliğinin sebebini bu şekilde açıklayınca sadece gülmüştü. İşletme'nin içinde gizli bir geçiştirme anlamı olduğunu seziyordu. Bunları konuşması gerektiğini bu konuları dillendirmemesi halinde öbür boyu mutsuz amaçsız bir insan olacağını söyledim. O ise buradan sadece onu düşündüğüm anlamını çıkarıp kaygılarımı görmezden gelmişti. Biraz daha zorlasam parmağını emip ağlamaya başlayabilir diye düşünerek sustu. Hiç görmemişti böyle bir şey ama Freud söylemişti bunu başkası olsa neyse... O gün buluşup sinemaya gideceklerdi. Yani kış günü ne yapılır ki başka. Karşılaşıp film seçmek istememişti arkadaşı. Neden olabilir diye düşündüğünde hüküm verici bazen suçlayıcı konuşmaları gelmişti aklına. Psikolog adayıydı bunu yapmalıydı.  Onun iyiliği içindi zaten bunlar. Ondan ayrılabileceğini düşündü hayır tam tersi bu özelliği yüzünden ayrılamıyordu zaten. Babası hakkında beni hiç beğenmiyor hep kusurumu arıyor diyordu. Oedipal açıdan ayrılması imkansızdı yani. Tek bir parametreden bakmak sağlıksız gibi gözüksede yaşamın temeli buydu. Babasına bir de fiziksel olarak benziyorsa ayrılma ihtimalinin sıfıra yaklaşacağını düşündü. Yeşilköy, Yenibosna ve hatta Ataköy'de olduğuna yönelik rivayetler olan Airport Avm'de buluştular. Milkshakelerini alıp oturdular. Ferit babasının fiziksel özellikleri hakkında bilgi almak için babam da seni merak ediyor diye bir cümle kurdu. Ne diye böyle bir cümle kurmuştu şimdi. Bu cümleyi kurmasının sebebi onunla evlenmek istemesimiydi. Psikolojik olarak baktığımızda bilinçaltının bu tepkisi onu korkutmuştu. Arkadaşı da ne diyeceğini bilemez bir şekilde şaşırmış yüz ifadesi ile ona bakıyordu. Battı balık yan gider diyerekten baban sana benziyor mu sorusunu atlayıp direkt olarak baban bana benziyor mu dedi. Bunun geçiştirme sınırını aştığını arkadaşı tuhaf bir fırtına öncesi sessizlik halindeydi. Ferit ise kararını vermişti ondan ayrılacaktı. Ondan ayrılmasının nedeni içten içe istediği evliliğe ayrılığın birlikteliklerinden daha çok yaklaştıracağını düşünmesi idi. Oedipal olarak iyiydi. Bu ayrılıkla sosyal psikoloji açısından da toparlayacaktı kendini. Zor olana yatkınlık, yakınlık,sevgi sosyal psikolojinin temeliydi. Risk mi alıyordu. Hayır. Çünkü o psikolojiye inanıyordu. Ömrünü psikolojiye adamış bir insanın bunu yapması normal olmalıydı hem başarılı olursa torunlara anlatacak çok güzel bir hikaye olurdu. Yalnız hala bir problem vardı. Bu kurduğu son iki cümleden sonra bir de ayrılalım derse deli imajının üzerine yerleşeceğini düşündü. Hiçbir şey olmamış gibi yeni Robocop güzel olmuş diyorlar istiyorsan ona gidelim dedi. Zamanın sakinleştirdiği arkadaşı ise bir şey söylemek isteyip aynı anda derin nefes alma yöntemiyle bir şeylerin ters gittiğini ama hadi bakalım dediğini anlatmak istedi. Filmden sonra film hakkında eğlenceli sohbet faslı sürerken ve olaylar unutulmuş gözükürken ayrılalım diye söyledi. Böylece hem söylediklerini ayrılığın ön hazırlığı olarak görecek hem de eğlenirlerken ayrıldığı için hep eğleniyorduk algısını da yanına almıştı. Değişik bir gün geçirmişti. Yine biraz acı çekmeliydi eve 98 ile gelmenin yeterli işkenceyi sağlayacağını düşünerek üst geçide doğru yürüdü. Gözden kaybolmamıştı ama bugün için anlatılacak hikayesi kalmamıştı.
Not:Başka biri devam edip kendi bloğunda yayınlayabilir eğer kimse yazmaya yanaşmazsa yine ben yazmak zorunda kalabilirim ki bu benim açımdan hiç iyi olmaz. Psikoloji benim alanım değil ve eğer ona yönelirsem....!

15 Eylül 2014 Pazartesi

Başlarken----1---- İnternet

Bildiğiniz gibi sosyal bilimcilerin her şeyi belli kategorilere ayırma tanımlama gibi huyları vardır.Bunları yaparken ince eleyip sık dokurlar ancak kesin yargıya varmak sosyal bilimlerin doğasına aykırı olduğu için tam olarak doğru olmaz. Ancak eğer doğru olarak kabul ederseniz önünüze yepyeni dünyalar açılır. Bir şeyi tanımlamadan üzerine konuşmak fencilere özgü (!) neyse bu cümleyi fazla ciddiye almadan konuya girelim. Bende tam da yeni bir başlangıç yapacakken bu konuda daha kirlenmeden bir yazı yazma ihtiyacı hissettim. Özelllikle bir yıldır bu konulara özellikle girmemeye çalışıyordum ama artık bir önce sonra karşılaştırması yapmak için bu konulara girmeye başlayacağım ama merak etmeyin sadece iki aylık bir dönem ondan rutin (!) akışımıza geri döneceğiz. Artık konuya gelecek olursak Neill Postman nasıl televizyonu tanımlayıp belli kabullerle ona bir çerçeve çizdiyse ben de aynı şeyi internet için yapmaya çalışacağım. Elbette benim yazım sınırlı, önyargılı ve hep eleştirdiğim biçimde kalıplaşmış (halkın ezberi... avam diyeydin havalı oluyor.) bir yazı olacak biraz da cahilce olacak ama biz de zaten bunu istiyoruz.
     İnterneti anlatmaya icadından (icat denmez de şu an cahilim.) bailamak anlamsız olur. Aynı şekilde kronolojik olarak anlatmak da manasız. Anlatmaya o dönem neler vardı imkanlar neydi şeklinde bakarak konuşulabilir? Ortadan bir yerden başlamak pahasına Geocities demek istiyorum. Geocities'i hepimiz hatırlarız. Burada basit genelde üç beş satır yazı ve bir iki resimden oluşan kendi sitelerimizi yapıyorduk. Buradan başlamamın sebebi bizi yayıncı yaptı klişesine sığınmak değil! Burada normalde akademiğimsi kalıcı yazıların olması beklenir.Çünkü güncellenmesi zor ve hantal bir sistem. Anlık olarak haber de girilemez bu açıdan. Ancak burada akademik yazılardan çok (benim gördüğüm kadarıyla) o zamanın popüler filmi dizisi hakkında çoğunlukla yorumsuz kuru bir bilgi biraz da ben sevdim şundan sevmedim sosu eşliğinde bilgiler bulunmakta. Bu bilgiler bilimsel olmak uzak ama haber de değiller. Nasıl şeyler olduğunu şöyle açıklayabiliriz:
Ben bir dizi izliyorum bu dizide oynayan insanlardan birini çok seviyorum. Dizinin başlangıcında da isimler oyuncuların altında yazmıyor. Böyle bir durumda hemen Geocities'e başvuruyorum. İlgili siteyi açıyorum ve oradan istediğim bilgiyi alıyorum. Wikipedia'dan farkı ne diyecek olursak amacı ansiklopedi olmak değil bilgi vermek. Bu haberimsi bilgiyi unutmayalım cebimizde bulunsun.
     İkinci olarak blog kavramından bahsedelim. Bloglar da bildiğiniz gibi çoğunlukla günlük olarak yazılmaz. Haber vermekten çok yine bilgi haber arası bir formatı benimserler. Hatta çoğu zaman onu da benimsemeyip günlük şeklinde tutulur (hangi manyak özelini internete yazıyorsa artık!).Akademik olmaktan yine uzaktır ve en az geocities kadar haber değildir. Biraz düşününce geocites'in bireylerin hayatını anlatan versiyonu olarak düşünülebilir ama oraya kadar gitmeyelim.
     Forum kavramına geçecek olursak burada bir sürü insanın birbirleriyle bilgi paylaşması üzerine bina edilen bir yapı görürüz. Bu yapıda ana amaç haberdar olmaktır. Bir şeyleri öğrenmektir. Bir şeyler hakkında chatimsi konuşmalar yapmaktır. Geocities ve blogdan hızlıdır ancak onlardan daha az güvenilirdir. Halen daha tutulmakta ve sevilmekte olan bir şeydir. Bilgi verir ama bizim gündelik bilgi dediğimiz şeye yoğunlaşmıştır (Şu şampuanı kullan saçın kabarır falan gibi). Haberler de paylaşılıp yorumlanır ama bu konuda televizyon ve radyoya yenilmeye mahkum olmaktan halen daha kurtulamamıştır.
     RSS denilen şey Firefox ile birlikte internet anlayışımızı tamamen değiştirmiştir. RSS'le artık haberleri cidden çılgın bir hızda alma olanağına kavuştuk. Hepimiz bir garip heyecan içinde bu hızdan sarhoş olarak her konuda saçma sapan haberler okumuşuzdur. Bu hevesleri hepimiz yaşadık evet. Ama sonra yine klasik olarak sevdiğimiz blogları takip etmeye başladık. Bu durum takip ettiğimiz yüzlerce blog sayesinde yavaşlığın hızını yaşadık. Bloglar belki haftada 1 veya 2 kere güncelleniyorlardı ancak 100 blog ve her biri farklı vakitlerde güncellenince bizi sadece onları okumaya yöneltti ve blogların altın çağı dediğimiz çağ yaşandı. Eğer Rss bize haber tabanlı bu hizmeti sunmasaydı şu an bu yazıyı okumuyor olacaktınız ve bende bir dandik forumun seksen bin mesajlı süper moderatörü olacaktım. Neyse ki Rss vardı. Uzun lafın kısası internet bir özünü korumuştu hatta özünün her şeyi olduğunu göstermişti.
    Msn dediğimiz Messenger mefhumuna gelecek olursak burada hız inanılmazdı ve genelde ıvır zıvır şeyler konuşup birbirimize gereksiz yere hava atar dururduk. Grup dediğimiz birden fazla kişinin olduğu şeylerde genelde bir konu hakkında derinlemesine konuşulmaya çalışılır ve genellikle kısa bir süre sonra sululaşırdı. Bunu önceki şeylerden biraz ayırmak zorundayız. O an bile değeri olmayan kısa süreli etkileme amaçlı bu konuşmalarda insanlar uzakları yakın edenin radyo olmadığını anladı. Burada internetten sadece haber alan insanların temeli atıldı.
     Buraya kadar internette var olan çeşitli kavramlar açısından internet hakkında çıkarımlar yapmaya çalıştık ve her zamanki gibi araya saçma sağan düşüncelerimi serptim. Ama kısaca söylemek istediğim internetin bir haber veya bilgi kaynağı olmadığı iksinin arası bir şey üzerinden var olan yaşayan bir kavram olmasıdır (Kavram yaşar mı cahil). İkisinin arasıdır. İkisi hakkında ayrı ayrı uzmanlaşmış siteler vardır ama bunlar geneli kapsamaz yada çok iyi sitelerdir. Haber sitelerinin çok tutuyor uçuyor kaçıyor diyecek olabilirsiniz ancak buna cevabım var olan medyanın eskimiş,kullanılmış,zapt edilmiş ve rutine binmiş hali dolayısıyladır. Haber siteleri internetten değil dönemin diğer şartlarından çıkmıştır yani. Kısaca internetin ham maddesinin ne olduğu hakkında bilgi verdikten sonra şimdi biraz daha açılalım ve forumun da internetin temeli olabileceğine dair bir kaç kelam edelim.
     Arama motorları adeta forumlar için yapılmıştır. Arama motorları hakkında çakma Seo uzmanlarının söylediği özgün içerik kavramı forumda her an üretilen şeydir. Makul çeşitli kelime kullanımı olduğundan bu forumlar senin Dokuz yüz etiket koyarak ulaşmaya çalıştığın şeye kolayca ulaşır. Bu ortamlarda etiket kullanımı ön plana çıkarılmaya çalışıldı ancak pek gerekli olmadığı anlaşıldı. Bu durum forumların saltanatın halen daha sürdüğü gibi bir algı oluşturmasın. Forum kavramı son derece eski olduğundan kendi kanunlarını ve kendi üslubunu yaratmıştır. Bu durum forumları belli alanlara kısıtlamış ve kullanan sayısını da azaltmıştır. Birde tabi ki kendi ismini kullanmama olayı var ki günümüzün youtube'da küfür arası oyun oynayıp utanmadan adını soyadını veren nesile gerçekten anlatılamayacak bir olaydır.  Ancak arama motorları her şeye rağmen hala forumları çılgınca sevmekteler ve artık twitter ve Facebook'ta bile iğrenç reklamlar çılgınca tt yaparım ve yaptım Whatsapp insanları oldukça forumun küçük dünyasına dönüş gittikçe hızlanıyor.
      Arama motorlarının yaygınluğının sonucunda haber sitelerinin yükselmesini düşündüğünüz zaman bayağı bir saçma olduğunu anlayacaksınız. Böyle hit odaklı bir sistemde haberler yukarı çıkana kadar eskir zaten diye düşünebiliriz. İlk başlarda tamamen ve halen kısmen doğruluğunu sürdürse de arama motorları günümüzde haber akışını da listeleyebilecek düzeye eriştiler. Ancak yine de bu  iş için tasarlanmamış oldukları için hep biraz aksak kalmaya mahkumlar (sosyal bilimci olsam işlevini yerine getiremez derdim, kıymetimi bilin yani).
      Kitlelerin benimsediği şeyler üzerinde gittik. Bence başka da çaremiz yoktu. bu yazıyı çılgınca uzatma imkanım var ancak artık kısa kesip zaten çok fazla olmayan bu yazı tarzı yazıları okuyan insanları iyice kaçırmamak için kısa bir şu anki trendlerden bahsedip kısa bir özetleme ile kapanışımızı yapacağız.
     Şuan hala ne haber içerikleri ne de bilimsel şeyler revaçta. Şu an hala eskinin iki arada bir derede kalan anlayışı hüküm sürmekte. Youtube çılgınlığı günlük bilgi ve hatta sadece tüketime yönelik şeyleri bize sunmakta. Küfür arası oyun oynayan çocukların egosu bende yok! Ki beni bilirsiniz... Bunun dışında Youtube'da çeşitli makyaj ve moda konuşulan videolar ön planda ancak zannetmeyin ki buralarda çok şey öğreniyorsunuz (belki göz makyajını öğrenirsiniz ama!) buralar genelde benim gardırobum, benim şifonyerim, çantamın içi tarzı bizzat kullanılan ürünlere verilen referanslardan ibaret. Önceden blogda yapılan bu hareketler kitlenin artık görselleşmesi yüzünden buralara geldi diye naif bir cümle kurmak isterdim ama buna inanmıyorum. Bir de benim de kocaman aynam olsa makyaj yapardım. Twitter'da ise parodi hesap denilen şeyler gerçekten iyi durumda. Direk sonuç almaya yönelik bu çalışma bizi Twitter'ın karakterini vermekte. Burada bir şeyin reklamını yapmak her zamankinden daha kolay. Fısıltı gazetesinin tam karşılığı olan Twitter'a moda vloggerlarımızı bekliyorum. Hem daha ne kadar el kremi değiştirebilirsiniz ki! Burada işlerin bilgi ve haber kavramlarından koptuğu gibi bir algı oluşabilir ama sadece eski anlayışların biraz fayda odaklı yenilenmesidir bu durum. Bu durum bilgiye mi yaklaştırır habere mi diyecek olursanız maalesef gündelik bilgiye çok yaklaştırmaktadır hatta bazen nasıl yapılır içeriği içermeyen vloggerların şu yeni çıkan şerefsizliğin yeni adı marka elçiliğinden (Brand Ambassador) başka bir şey olmadığını anlamak için insan olmaya bile gerek yok. Bu durum artarak devam edecek ve bende millete şerefsiz diyen dede olacağım ama ne yapayım ben böyleyim!
     Bitirirken amacımdan saptığımı düşünebilirsiniz ama bu kadar sert yazmasaydım bundan dört sonra okuduğumda gördüğüm yumuşak cümleler şu an ne düşündüğüm hakkında bana yanlış bilgiler verebilirdi. Yine kendi şovunu yapıyorsun diyorsanız size vereceğim yanıt en azından oyunda bölüm geçince kendimi Spiderman zannetmiyorum. İnternet haber de verir bilgi ama onu asıl güçlü kılan, içeriğinin çoğunu oluşturan haber- bilgi kırması şeylerdir ve son zamanlarda işin haber kısmı yerinde saymakla beraber bigi kısmı fazlasıyla gündelikleşmiştir. Peki ileride ne olacak diye düşünüyorsun diye soracak olursanız vereceğim cevap her yanımızın reklam olduğu ve bunu hiç yadırgamadığımız aksine eğlendiğimizi düşündüğümüz (Eğlenmek de bize öğretilmiştir diyenler de vardır NP) zamanlar gelecek ve artık komedi denen şeyin küfür gibi kelime bazında kalıplaşacağını da düşünmekteyim ki asıl tehlikeli olan da budur. Onun dışında herkesin eline bir mikrofon aldığı günde kendimizi de mikrofona iyiden iyiye alıştırmamızın vaktinin gelip de geçtiğini görmemiz de olasıdır. Cool denilen adamlar simülasyon oyunu oynayabilen adamlar olacak eninde sonunda ama siz yine de umudunuzu kaybetmeyin çünkü umutsuzluk en büyük günah!
     
 
   

10 Eylül 2014 Çarşamba

NoottlarrR


  • Carpe Diem yayınları şu içinde bulunduğumuz zaman da yaşayamması lazım normal şartlarda ancak arama motorlarının aptallığı sayesinde yaşamını uzunca bir süre daha devam ettirmesi garanti gibi. 
  • Rahatsız ezici üç yazımla insanları bir anda neden kendinden soğuttun diye soruyorsanız, kendimden soğutmadım bakış açısı kattım derim
  • Bloggerlığın zamanla televizyon ve az da olsa sinema yazarlığını evrildiğini görmek insanı gerçekten çıldırtıyor.
  • Okullar açılıyor ve ben hala mutluyum. Ne olduğunu bilmediğim bir umudum var hala!
  • Passolig saflarına katıldık bakalım. Biraz Passolig hakkında bilgi verelim de hit kazanalım!Her takımın kendi Passolig'i var. Passolig alınca temel olarak tüm takımların maçlarına bilet alabiliyorsunuz ama bazı özel maçlarda yada büyük takımların çoğu maçlarında takımlar sadece kendi passolig'ine sahip taraftara bilet verme insiyatifini kullanma yetkisine sahipler. Söylendiği gibi 15 lira ve şu son zamanların modası ön ödemeli kredi kartı mantığıyla çalışıyor. Ne diyelim takım tutmuyorum tutmam diye felsefe yaparken Başakşehirsporlu olduk çıktık.
  • Oğuz Savaş bu sene olacak herhalde. Ancak yine Semih ve Zoric'in arkasında kalması kesin gibi
  • Yedi güzel adamda artık ellilere dönüş olmayacakmış. Yine dandik sağ sol kavgası izlemeye mahkumuz yani. Dizinin adını bir çok bıyıklı adam olarak değiştirmek gerekli
  • Ekranella'nın günün köşesi uygulaması hoş olmuş. Yayın politikasını sevmesemde, hep belli kanalların dizilerine yer versede, yedi güzel adamı garip garip insanlara yazdırsada hakkını vermek lazım
  • 100 küsür yazılık bir blog sahibi olunca diğer bloggerlara mail atınca yada yazılarına yorum yapınca bir saygı görüyormuşsun. Artık saygınlığımız bile sanal. Ah bir televizyona çıkamadık ki!
  • Kaan Kural Vatan'dan ayrılmış yahu!Kendimi bildim bileli Vatan'da olan abimize hayatta başarılar. 
  • Çocukluğum Kerem Tunçeri'nin saçları döküldü, dökülüyor, dökülecek stresiyle geçti. Ama yıl olmuş 2014 adam hala yıkılıyo
  • Ahmet Enes, Erhan Güleryüz fanıymış yahu. Ben düşünmüştüm demek istiyorum
  • Twitter'da her işi yapan adamlardan sinir olmaya başladım. Günde 20 twitten fazlası adamı çıldırtıyor.
  • Yıllardır okudum diye yalan söylediğim (yalan değil aslında fas kitabını okudum) Afrikalı Leo'yu artık okuyacağım. Buraya da yazdım artık mecburum. Ülkemizde tereciye tere satmak gibi görülsede o konuları içeren kitaplar okumadığımız kesin. Ömer Hayyam'ı ve Endülüs Emeviler'i hakkında kaçınız bir türk yazarın kitabını okudu. Çevirilerde kötü değil ama niyeyse okuyamadım bu zamana kadar.
  • Gazete okumayı çok seven 9 yaşından beri gerçekten gazete okuyan bir insan olarak gazete okumayı bıraktım. Ayşe Arman 8 milyonuncu kez seks yazıyorsa garip garip adamlar kod yazmak çok önemli benim bebeler de kod yazıyor demeye başladıysa oradan hızlıca uzaklaşmak lazımdır diye düşündüm. Laubalilik ve Muhafazakarlıktan başka hiç bir şey yok gazetelerde yahu!
  • İzlanda'ya da rahat kaybettiğimize göre artık futbolu deli gibi para harcamaktan vazgeçebiliriz. Bölgesel ligler oynayalım yahu bu kadar faydasız sözde endüstri mi olur be!
  • Yarından itibaren metro yolculuğuna yeniden başlıyorum. Birde eşantiyon olarak Metrobüs kullanacağım haydi hayırlısı!Ulaşımda geçirilen zaman konusunda yepyeni rekorlar edineceğim. Ne diyelim hayat berbat!Başa dönelim Ne olduğunu bilmediğim bir umudum var hala!
  • Bu kadar garip garip yazı yazarken bir şey fark ettimki bu yazılar arasında hiç kadın karakter yok. Bir kaç karakterimsi var ama eksik yani. Nasıl muhafazakar bir bilinçaltım varsa artık. Şaka bir yana yeni nesil yazarlarda böyle bir sorun oluşabilir. Benden söylemesi...
  • Telefonuma son 1 yıldır oyun indirmediğimi fark ettim. Gerçekten yaşlandım galiba. Neyse Chess Free'deki yapay zeka alt levellerde yaptığı yapaylıkları son güncelleme ile bayağı azaltmış.Haydi bakalım
  • Nedir bu podcastsizlik yahu. Anıl teşvik ediyor diye bu kadar kaçılmazki be arkadaş. Ben iğrenç aksiyon filmi muhabbeti dinlemeye mahkummuyum be! Ki okulum dolayısıyla bu sene bol bol duyacağım galiba. Olaylara yabancı kalmamak için Tokyo Drift falan mı izleyeceğim bu yaştan sonra peh. Yeni Robocop romantikmiş zaten!
  • Moviemax'in sigara buzlaması gerçekten sıktı artık. Hem para veriyoruz hem garip garip sansürler yiyoruz. Eskiden böyle değildi yahu 2 sene önce bile böyle değildi
  • Kanald'deki günlük dizi alın yazım izlenir durumda yahu. Başroldeki kız bayapı bir yaşlı göstersede (sözde benle yaşıt!) izlenir. Ama sonuçta günlük dizi ve klasik entrika sarmalı yine başımızı sarmış durumda. Birde şu Yiğit'e hiç alışamadım yahu.Kürşat isminde kötü adamı da özlemişiz. Küçükken kendime rol model olarak Memoli Kürşat'ı almış biri olarak (tamamen fiziksel benzerlikten ötürü) heyecanlandım inşallah bu abi de garip garip gülüşler yapabiliyordur. İnsanların sinirini gülerek bozma yeteneği bize Memoli Kürşat sayesinde geçmiştir.
  • Bim'deki çalışan sayısında ciddi bir artış var gibi geldi. Hadi bakalım.
  • Hafta içi yalnız gittiğim avmlerde sürekli olarak personal zannedilmem. Bir gün şeytana uyup iskontolu iskontolu yemek yiyeceğim ondan korkuyorum
  • Bugün siteden çıkarken bir amcanın ehliyetsiz araba kullanma yavrum dediğini duydum. Evet bana diyordu. Sakalı kesince 10 yaşına dönüyorum galiba dostlar. Yedi Güzel Adam'dan birini rahat oynayabilrdim bu mantıkla!
  • Beni Böyle Sev ne olmuş yahu! Bir yığın yeni oyuncu ve onlarla bir bağlantı oluşturulmaya çalışılan eski karakterler bu sene son demek istiyorum. Yalnız Lara Fresca (kesin böyle yazılmıyordur ama üşendim bakmaya) reklamında oynayan kız var dizide yada varımsı diyelim. O kızı sevdim.net . Bir de Alper'in önceki dizisindeki Yılanbaş Eylül'e benzeyen bir kadın var yine yılanbaşlık yapacak. Belli rolleri belli tipler oynuyor bu durumda bana anca yancı garson kalır herhalde.
  • Sosyolojide'de 2. sınıf olduk bakalım. Ygs paragraf sorusunda bilgisayarlı sosyoloji diye bir şey olduğunu okuyunca çıldırmıştım. Hadi bakalım sonunda hiç bir şey olamamakta var. Ne iş olsa yaparım abi

Hep Hevesli (Yenal Arayan--3----

Hazır elinde kitap varken her doksanlar sonu yapılmış toplu konutta olan ıssız parkta şansını denemeye karar verdi. Elinde kitabı hazırdı zaten. Yanında ikram etmek için bir şey yoktu. Ama olması lazımdı. Klasik olarak simit alırdı ama bu sefer yanında ıslak mendil vardı. Elle yenen yağlı bir şey lazımdı. İşin içinden çıkamadı. Lisedeyken Pringles ikram etmişliği vardı ki şimdi düşününce kendine ayı diyesi geldi. Basit düşünmeye karar verip çekirdek aldı.
   Daha önceki keşiflerinden tanıdığı parkın en güzel bankına oturdu. Kitabını açtı ve beklemeye başladı. Bu beklediği zamanlarda kitap okusa bu yaşta profesör olacağını düşürdü. Düşünmek okumaktan iyidir derdi hep yine dedi. Yaklaşık 15 dakika bekledikten sonra bir kız gelip karşı banka oturdu. Klasik kitap okumaktan yorulma hareketini yaptı. Çekirdeğini çıkarıp eline aldı.
   Etkili olmuştu. Bakışlarıyla anlaşıp çekirdek ticarete girişmeye hazırlanıyorlardı. Bu küçük alışverişten sonra bir kaç konuşmaları gerekirdi ama ıssız parkların vazgeçilmezi sokak köpekleri Yenal'ı korkutmuştu. Kızın gel gel buranın köpeği bir şey dediğini duyar gibi oldu. O kadar hızlı uzaklaşmıştı yani.
    Bu durum ona çılgınca bir özgüven vermişti. Başarılı olmuştu burada sadece küçük bir pürüz çıkmıştı. O da kesin doğru kişi olmadığındandı zaten. Bu özgüveni eve gidene kadar sıfıra yaklaşsada sıfıra inmedi.
     Eve vardığında uyuması beklenebilirdi ama o bunu yapacak adam değildi. Derhal televizyonu açıp bulabildiği bütün haberleri izledi. Her şeyden haberi olmalıydı. Böyle olmalıydı. Haberlerde Apple'ın yeni telefonunu bugün tanıtacağı yazıyordu. Bundan faydalanabilirdi. İphone önemli bir nesneydi. Onun da tabiki İphone'u vardı sakın şüpheniz olmasın. Buradan hem onlarca twit çıkartabilirdi ve konuşurken de etkili olabilecek bir durumdu. Bunu kesinlikle izlemeliydi.
     İzlerken bir tane bile twit atamaması anlamamasından değil ne diyeceğini bilememesindendi. Her kesime eşit mesafede durması gereken bir insan olduğu için suya sabuna dokunmayan bir şeyler yazmayı beceremeyince öyle boş kaldı. ApplePay olayından heyecanlansada ülkemizde kullanılmayacak ki zaten cümlesi onu beyninden vurdu. Tam ümitsizliğe kapılmışken imdadına saat yetişti. İşte bu dedi delice övmem gereken nesne. Daha önce yapılmadığını düşünüyordu. Son bir buçuk yıldır neredeyse bütün telefon üreten firmalar saatler üretmişti ama Yenal'ın Mainstreamden anladığı tekelcilik olduğu için bunlardan haberinin olmaması normaldi.
     Saati gördükçe daha da heyecanlanıyordu. Kişisel olmasını vurguluyorlardı o da bunu vurgulamalıydı. En basit kanundur biri bir şeyi tasdikliyorsa başka bir insan da mutlaka tasdikliyordur. Üstelik bunu söyleyen mühim bir kişiyse çok tasdikleniyordur. Ondan aykırı düşmemelidir Yenal'da. Ama biraz da asi olduğunu göstermelidir. Asiliğini bir kenara bırakıp şöyle yazdı: Saat Kişiseldir. Apple yaparsa kişiliklidirde... Yine bir şey söylemeden bir sürü takdir kazanması garanti bir cümle kurmuştu. Bu konuda yetenekliydi doğrusu. Avukat mı olmalıydı belki ama artık bunun için yaşlıydı.
      Pinch to Zoom hareketine laf çakmaları hoşuna gitmemişti bu onun tarafsızlığını bozabilecek bir şeydi. Yada asiliğini konuşturacağı alan. Tam karar veremeyip ikisinin ortası bir şey yazdı:
Pinch to Zoom'un mucidi firma bile ondan vazgeçiyorsa burada düşünülmesi gereken bir şey vardır. Fena olmamıştı gizem bile katmıştı kendine.
     Sonra giren videodan akışkan arayüz falan gibi muğlak şeyler duydu. Akışken olabilirdi ama kullanışlı olduğu söylenemezdi bu kadarını o bile övemezdi bu konuyu tamamen atlamaya karar verdi. Sıradaki slaytta çeşitlerinden bahsediyorlardı. Watch, Watchfit ve Watch Edition diye üç saat olduğunu duymuştu. Watch anlatılan ,Fit ne idüğü belirsiz, edition ise altın kaplamaydı. Burada yazacapı şey belliydi: Apple her kesimi düşünüyor. İçinde Arap ve altın geçen twit yazmayı düşündü ama şu an yedi milyon kez yazıldığını düşündü bu doğrultuda sözlerin ve vazgeçti.
    Geriye kalan twitleri sadece bilgi vermek amacını taşıyordu. Kayışlar değişiyor, Nabzını ölçüyor, ApplePay^'ı destekliyor. Şarj olma konusunu yanlış anlamaktan korkmuştu. Kablosuz desen değil kablolu desen hiç değil bir sistem kullanıyordu. 2015 başında çıkacağını öğrenmesi onu üzsede şu fit uygulamaları hakkında saatlerce atıp tutabileceğini düşündü. Saatten chatlesşmenin fiyasko olduğunu düşünsede doğruyu söylemekten kaçıp Chat kavramına yaratıcı bir boyut getiren Apple'ı kutluyorum yazdı. Bu kadar üzerine düşünüp konuşup yazınca alası gelmişti. Üstelik onun telefonu olan İphone 5'i de destekliyordu. Neden olmasındı daha zaman vardı zaten. Uzun bir gün geçirmişti artık uyumalıydı. DEVAM EDECEK...

9 Eylül 2014 Salı

Hep Hevesli (Yenal Arayan)--2----- Rutinin Tanımsızlığı

Dışarı çıkmıştı. İkinci katta oturmasına biriyle karşılaşırım ümidiyle asansöre binmişti. Yine boş gelmişti asansör. Apartmanda dışarı atıp kendini otobüs durağına yöneldi. Otobüs kullanmak iyidir samimi gözükürsün diye düşündü yıllarca araban varsa kız yakalarsın düsturuyla büyümüş haliyle. Kendine ikiyüzlü bir insandı. Yani herkes gibiydi.
    Otobüste havalı gözükmesi için hep yanında taşıdığı Kürk Mantolu Madonna kitabını bu sefer yanına almamıştı. Yerine Kuyucaklı Yusufu almıştı. Kürk Mantolu Madonna'dan oldukça farklı bir kitap olduğunu ve içindeki aşkın bağlılıktan kaynaklı olduğunu bilmeden. Normal şartlarda kendi ayağına sıkmak olarak nitelenecek bu eylem yazarın ismi sayesinde işine oldukça yarayacaktı.
    Herzamanki oturma pozisyonunu aldı. Kitap dizde gözler yorulmuş olduğu için ışığa bakamıyormuş gibi bir yüz ifadesi. Her şey istediği gibiydi. Önüne yaşlarını tam kestiremediği iki kız oturmuştu bile. Onunla pek ilgileniyor görünmüyorlardı. Eskiden olsa doğanın kanunu diyeceği bu durum karşısında artık hemen ümidini yitirmeye başlamıştı. Bunu da fırsata çevirebileceğini düşündü. Konuşmalarını dinlemeye başladı. Kitabı okuyor numarasını yapmayı unutmayarak tabiki. Kızlar dizilerden konuşuyordu. Yada onun gibi bir şeyden. Dizi konuşuyor gibilerdi ama benceli cümleleri sanki bir kişiye yönelikmiş gibi geldi. Ellerindeki telefonda bir şeyler okuduklarını gördüm. Bu furyayı nasıl kaçırmıştı. Artık dizi bölümlerini yorumlamak diye bir gerçek vardı hayatımızda. Bundan nasıl faydalanabileceğini düşündü.
    Kendisi bir şey yazamazdı. Yoksa yazabilir miydi? Yazardı canım 90 dakikalık dizi hakkında 500 kelime edemeyecek miydi? Elbette edebilirdi. Hangi dizi yazılabilirdi peki? Yeni dizileri yazmak riskliydi. Kızların sevdiği bir dizi olmalıydı. Sonra bir anda vazgeçti. 10 yıldır bir şeyler yazmadığını hatırladı. Yok canım yazmıştı berbat akrostişler ama burada o tutmazdı herhalde! Yerine yine Twitterdan faydalanmayı düşündü. Eve gidince ilk işi bu sitelerin kıdemli isimlerini takip edip onların yazdıklarını retweetlemeliydi. Ama bu yetmezdi. Eve gidince dizilere bir göz gezdirmeyi kafasına koydu. İnme vakti gelmişti zaten.
     Bankamatiğe parayı yatırdıktan sonra sıra yemek yemeğe gelmişti. Evde yiyebilirdi ama bu durum yaşama amacına ters düşerdi. Nerede yiyebileceğini düşündü. Okuduğu bir moda bloggerının yazdığı yemek yazılarını hatırladı. Çoğunlukla tatlı tercih ediyordu ama işi moda olduğu için Steakhouse'çu çılgınlığından da nasibini almıştı. Pıtrak gibi her yere açılmaya başlayan bu mekanlardan birini yürüme mesafesinde bir AVM'de görmüştü.
     Oturdu. Artık kanıksamış olduğu için hemen en küçük masaya oturdu. Öncesinde bir self servis mi acaba gerginliği yaşasa da kısa sürede masada duran menüleri fark etti. Mekanın öğle olmasına rağmen boş olması hevesini kırmış da olsa vazgeçmedi. Fİyatları görmesi de onu değiştirmedi. Steak denen şeylerin fiyatı 50 liraya kadar gidiyordu. Neredeyse 40 liralık bir Steak söyleyecekken son anda Burgerler diye bir şey olduğunu gördü.10 liraya bile burger olması onu sevindirdi. Üstelik burgerlerin en pahalısı 24 liraydı. Burgerlerin en pahalısının Steak denen şeylere en yakın olabileceğini düşünüp Burgerlerin en pahalısını söyledi. Garson kız orta mı çok mu pişsin diye sorunca yıllardır bu anı beklediğini hatırladı ve bilmiş bir ifadeyle kanlı olsun dedi. Garson kız etkilenmiş miydi küçümsemiş miydi pek anlayamamıştı ama tepki vermiş olması bile doğru yolda olduğunu gösteriyordu.
     Hakikaten kanlı getirmişlerdi. Mideyi bozar mıyım diye düşünsede o kadar para vereceğiz düşüncesiyle olabildiğince yavaş bir biçimde burgerini yedi. Mayoneze dokunmamayı tercih etmişti bu evlenince yap bağlar düşüncesi dolaşınca aklında. Ketçabı ise çocuk işi bulduğu için kullanmamıştı. Mutlaka bir sos kullanmalıydı ama zevkli görünmek önemliydi. Barbekü sosunun ağırlığından korktuğu için yalnızca hardal kullandı. Başarılı bir yemek geçirdiğini düşünüyordu etrafına baktı. Ümit yoktu ama buranın ıslak mendilini alıp bir kıza vermenin onu ne kadar zevkli göstereceğini düşündü.Hesabı öderken garsondan 3 ıslak mendil istedi. Hiç birini kullanmayıp ellerini tuvalette yıkadı ve cebine attığı ıslak mendillerle AVM'den çıktı. Eve dönmeden önce son bir şey daha denemesi gerekiyordu. DEVAM EDECEK...

8 Eylül 2014 Pazartesi

Hep Hevesli (Yenal Arayan)-1----- Başlangıç

Bugün günlerden neydi? Ne önemi vardı ki. Eylül ayı gelmişti. Yaz bitmişti. Önemli olan buydu. Okullar açılıyor demekti bu onun için. Yeni bir sevgili bulma vakti gelmişti. Yeni denir herhalde yani...
   Bu sefer iyi hazırlanacaktı. Twitter denen icattan faydalanacaktı bu sefer. Kızların Twitter'ı erkekle oranla çok daha fazla kullandığı ortadaydı. Oradaki ortam tam ona göreydi. Aradığı araştırma ortamı vardı. Ama önce kendi profilini oluşturmalıydı. Başlangıç olarak yıllar önce de çekilmiş olsada bilgisayarda kendine yer bulmuş klasik çirkin fotoğrafından kurtulması gerekiyordu. Selfie çıkmıştı ve birine gösteririm diye bir milyon kez çektiği selfieler telefonunda duruyordu. Seçmek işkenceye dönebilirdi. O da rastgele bir fotoğraf seçerek şansını denedi. İyi dedi aynı bakışı tekrarlama çabası içindeyken. Sivilceler için çaresi basitti. Kim büyütecekti ki zaten profil fotoğrafını!
    Fotoğraftan sonra sıra düzgün on kadar twit atmaya gelmişti. Hem romantik hem siyasi hem de herkesin sevdiği bir şey bulmalıydı. İmdadına öncelikle Ayna yetişti tabiki. Bir yığın Ayna şarkısı içeren fan sayfası vardı aynanın. Oradakileri sırayla retweet etmeye başladı. Favorilere de eklemeyi ihmal etmiyordu tabi ki. Romantik ve bilinmeyen Ayna daima kurtarıcı olmuştur zaten. Siyasi olarak ise Hayko Bağdat'tan bir şeyler retweet'lemeyi uygun gördü. Fazla eskiye gitmemeye dikkat ederek ondan da bir şeyler retweetledi. Biraz da kendi bir şey yazmalıydı.Aklına hemen burç geldi. Kızlar burçlara düşkündür. Bende yengeç burcu olduğuma göre dedi ve şu twiti yazdı: ''Eğer bir erkek burç muhabbeti açmak istiyorsa bilin ki Yengeçtir''. Fena olmamıştı. Sırada spordan bir şeyler retweetlemek vardı. En zararsız büyük olan Beşiktaş'ı seçip bşr şeyler retweele'di. Bir twit daha yazması gerekiyordu. Onu da kızlara hep futboldan daha sempatik gelen basketboldan faydalandı. Televizyonda dünya kupası falan diyorlardı. Bundan faydalanmak için de ''Kerem Tunçeri ısınırken hep atıyor maça gelince hiç atamıyor'' dedi. Yaklaşık 15 yıldır dillere pelesenk olmuş bu klişe cümle işine yarayacaktı. Kemal miydi yoksa ismi diye bir an düşündü ama sonra Keremler diye bir şey hatırladı. Hiç fena olmamıştı hesabı düzenli olarak (haftada bir) bir iki bir şey retweetlese kendi halinde yaşar giderdi. Sıra takipçilerini seçmeye gelmişti.
      Öncelikle Beşiktaşlı olduğu Beşiktaş ile ilgili bir kaç şey takip etti. Sonra Hayko Bağdat. Ahmet Ümit olmadan olmaz zaten çağın gerekliliği. T24 denen haber sitesi de havalı duruyordu takip etmeliydi ve tabi ki Radikal. Açık Radyo ile omurgayı oturtmuştu. Bir kız artık bu nasıl bir adam diye takip ettiklerine baktıklarında hımm değişik bir çocuk diyebileceklerdi. Pucca'yı takip etmeyi düşündü ama sonra sapık gibi görünme tehlikesini göze alıp Aslı Aydıntaşbaş'ı takip etmekle yetindi. Bu şekilde ilerleyip 10'larca oyuncuyu takip edip bu kısmı da sonlandırdı. Parodi hesaplara pek bulaşmadı. Ama bir iki tane parodi hesap da takip etti. Mizahdan anlayan açık görüşlü bir insan olduğunu belgelemek için bununla birlikte Sezyum ve Penguen'i takip etti. Onu takip etmeleri için arkadaşlarını takip edip bu maratondan da sıyrılmanın mutluluğunu yaşadı. Hesap her şeyiyle hazırdı.
      Şimdi kızları anlama maratonuna devam edebilirdi. İlkokul 1'de direk konuşarak yapmaya çalıştığı bu işi tam 13 yıl sonra garip garip üzerinde dizüstü edebiyat yazan şeylerden faydalanarak yapıyordu. Bundan da memnundu yani. Pucca'nın 3. kitabı tam ona göreydi. Üniversite hayatını yazdığını duymuştu otobüste hemen koşup almıştı. Pek bir şey anlamamıştı ama özgüveni arttığı kesindi. Zaten çağımızın yegane problemi değil mi özgüven eksikliği.
     Hava olsun diye ikinci üniversite kapsamından Felsefe okumaya karar vermişti. Onun harcını yatırması gerekiyordu. Hiç bitmeyen bir arayış içindeyim. Bizim yolumuz sonsuz gibi sözcükleri şimdiden hazırlamıştı. Bitirmek mi aklının ucundan bile geçmiyordu. Bahanesi bile hazırdı. Erasmus'a mani oluyormuş ondan bıraktım. Bundan tam emin değildi ama kim inanmayabilirdi ki? Bunları düşünürken hazırlanmıştı bile kapıya doğru yöneldi...DEVAM EDECEK...

5 Eylül 2014 Cuma

Ünün Kökeni ve Fanlık

Son yüzyılda bilhassa televizyonun ortaya çıkışından itibaren hayatımıza ünlü diye bir kavram geldi. Öncede vardı diyebilirsiniz evet belki tanınan birtakım insanlar vardı ve evet ve belki ulaştıkları insanı etkileme bakımından şimdiki ünlülerden daha güçlülerdi ama bu onları benim az sonra tanımlayacağım ünlüler arasına sokmaz. Ünlü kavramı özellikle son yıllarda kendini pazarlayan,sahici ve bencil insanları tanımlamaya başladı. Eski ünlü dediğimiz insanlar evet bencildiler ama sahici ve kendini pazarlayan insanlar değillerdi. Bu yeni insan topluluğu bize yeni olanaklar sundu insan ilişkilerinde ama eski ünlü kavramının etkisi onların etki alanlarında yoğun olarak bulunuyordu. Bu eski ünlü kavramının yaygınlığı da bize yepyeni bir kavram kazandırdı. Kendilerine fan diyen bu insanların çıkış nedeni bu değişimi anlayamamalarıdır. Ne diyorsun be dediğinizi şu an çok şiddetli olarak duyuyorum evet yine bir klasik Anıl deliliği diyebilirsiniz ama benim yazma nedenim zaten farklı şeyler söylemek öyle diğer çakma bloggerlar gibi o çok güzel bu da güzel o en güzel diğerek kapitalizme hizmet edemem (Bu yüzden okunmuyorsun zaten salak). Bu kanıya nasıl vardığıma gelecek olursak:
      Öncelikle ünlü diye bir kavramdan bahsedebilmek için öncelikle şehire ihtiyacımız var. Şehir olmadan ünlüden bahsedilemez. Şehirler kurulduklarında ilk ünlüler elbetteki güç sahipleri olmuşlardır. Rütbeli askerler, üst düzey yöneticiler (plaza mı kardeş bu üst düzey falan), din adamları gibi çeşitli güç odaklarıydı. İnsanlar saygıyı onlara duyuyorlardı. Bu saygı sevgiyi de doğuruyordu elbette. Bu senin söylediğin şey rütbenin saygınlığı diyebilirsiniz ama tahta bir çocuk oturduğunda yada kalifiye olmayan bir kimse yönetici olduğunda o kişinin yoğun baskılara maruz kalması sizin bu düşüncenizi boşa çıkarmaya yetiyor. Yani kısaca özetlersek ün çıkışı itibarıyla biraz korkulan, ulaşılamayacak olan ve saygı duyulan insanları kapsayan bir kavramdı ünün kökeninde güç vardı kısacası (yani desen samimi olurdu).
     Bu durum yüzyıllar sürdü ancak matbaa tamamen yeni bir yaşam getirerek ün kavramını ve bütün hayatımızı değiştirdi. Matbaa insanlığa öncelikle kalıcılığı ve yaygınlığı sundu. Matbaa bu durumu doğurmuştu evet ama ün kavramına olan etkisini asıl olarak (günlük) gazetelerin doğuşuyla yaptı. Gazeteler sayesinde insanların yerelliği büyük ölçüde son buldu. Eskiden yerel yöneticilere,askerlere vb yönelen ün kavramı ise bu sefer ortak dertleri seslendiren yazarlara kaydı. Hayır o gazetedeki yazarlar ünlü olmadı. O dönem bu yerelliğin yok olmasını fırsat bilip ulusal metinler yazmaya başlayan yazarlar ünlendi. Yazarlar güçlülerdi ama askerler veya yöneticiler gibi insanların hayatlarını etkilemiyorlardı (Yine de hala bir kitap okudum hayatım değişti adamlarını görüyoruz bu da apaçık yine bir kavram kargaşasından kaynaklanmakta). Yazarlar eski tip ünlülerden farklı olarak gizemlilerdi. Çoğu zaman bir fotoğrafları dahi yoktu. Bu gizem insanları meraka ve biraz da abartmaya yöneltti. Aslında yazarlar o dönemde halktan inanılmaz fazla kalifiyelerdi ama halk onların yazarlık harici yönleriyle konuştukları için yine abartma durumuna denk geliyordu. Yazarların ünü sınırları ve diğer bazı şeyleri aştı. Çok sevilip saygı duyuldular ancak fan denen o kitleyi hiç tadamadılar. Doğası gereği yazar eleştiriler tabi ki fanı olmaz diyeceksiniz ama fan kavramının daha doğamayacak olmasını sonraki paragrafta açıklayacağım.
     Modern zamanlara geldiğimizde ise bilhassa bin dokuz yüz lerin ortalarından biraz sonraya denk gelen bu zamanda artık insanların sadece tek kare fotoğrafı görmek veya kim bilir kimin yazmış olduğu bir metin yerine bizzat kanıyla canıyla görmek sesini duymak fırsatını buldu. Bu durumun onu içimizden biri yapacağını söyleyebilirsiniz ama o içimizden biri olmayı da başaran üstün bir kişiliktir bilinçaltımızda. Onları hep kendimizden farklı gördük bizim neyimize dedik. Ulaşılamazdı bizim için ve gördüğümüze göre normal bir insandı. Eski ünlü tiplerinden farklı olarak insan olarak gördüğümüz bu yeni ünlüleri tanımlamakta yine eski ölçütleri kullandık onları yine güçlü gördük yine saygı duyduk ama saygı duyduğumuz insanın normalliğini gördükçe ona olan sevgimiz ve bağlılığımız arttı (ünlüler adeta milletin adamı oluyorlardı!!!!). Diğer ünlülerde var olmayan samimiyet içimizden birilik işin içine girince ve bu durum eski ünlü tanımımızla birleşince yepyeni bir adeta yarı-tanrı bir ünlülük anlayışı çıktı. Bu anlayışa herkes kapılmadı ancak kapılanlarda fena halde kapıldı ve fanlık denen kavram doğdu. Bu insanlar krallar kadar etkilenilmekte, din adamları kadar dinlenilmekte ve (içimizden biri olduğu için) yazarlarlardan daha fazla merak edilmekteleler.
    Bu durum artık hayatımızda bir daha çıkmamak üzere yerleşti. Artık hepimiz yaşımız ne olursa olsun birine fan olabiliriz. Peki fan olmamak veya çevremizdeki insanların birilerine fan olmamaları için ne yapabiliriz:

  • Eleştri kültürünü yaymalıyız
  • Ufuklarımızı açmalıyız
  • Her insanın hataları olduğu gerçeğini unutmassak.
  • Kendimize karşı dürüst olmayı başarıp şu adamı kıskanıyorum demeyi başarırsak
  • Birde toplumdan çılgınca izole olmak varki neyse...
Bu çağ sadece fanlığın doğurmadı. Habere dayalı olan bu çağ eleştri denen şeyi de haberleştirdi. Eskiden güzel veya kötü deniyordu. Son yıllarda çeşitli nedenlerden kötüye kötü diyememe durumu başlayınca ise insanların yazıları sadece bu kitap güzel, şu resim değişik (kötü diyememek) gibi şeyler olmaya başladı. Bu durum da yavaş yavaş hepimizin bu alemin fanı haline getirmekte. Kötü diyemediğimiz şeyler arttıkça ve güzel demek yerine en güzel demeye başladıkça bu fanlığımız artmakta ve korkarım ki bunu önlemenin de bir yolu yok. Ne demişler ''Yalancılar İntihar Edemez'' çünkü onların hayatı hep güzeldir!