26 Ağustos 2014 Salı

Son Yaz Yazısı

Abimin yazlığındaydım o yaz. İki küçük çocuklu olan abimim yazlığı Altınoluk'taydım. Abinin yazlığı kocaman herhalde bütün sülale kalıyordur dediğinizi duyar gibi oluyorum. Hayır 2 oda 1 salon bir apartman dairesi. O zaman işsiz güçsüz ipsiz sapsız bir adamsın diyeceksinizdir. Hayır gayet de iyi bir işim var. Abimle aram çok mu iyi. Hayır aramızda 13 yaş fark var. Derdim mi ne o zaman baştan başlayalım. 
     İş yerinde gayet sıradan bir gündü. Havada Kasım ayı için gayet sıradandı. Öğle arasında yemekhaneden yemek yenen bir iş yerinde çalışmam dolayısıyla yemekhanede yemek yiyordum. Biraz geç kalmam dolayısıyla yerimi kaptırmıştım. Boş bir masaya doğru yöneldim. Görgüsüzce aldığım açık büfe salatadan bir kaşık alarak yemeğime başladım. Başlar başlamaz kulakları tırmalayan sesiyle orada çalışan herkesin tanıdığı ismini şuan hatırlamadığım kadın bir arkadaşıyla oturdu. Arkadaşının yeni çalışmaya başladığını ve herkesle tanışmayı istediğini söyledi. Klasik bir tanışma merasiminden sonra yeninin bir kaç konuşma başlatıcı sorusuna kısa cevaplar verip kendi iç dünyama döndüm. İkilinin ilgimi çeken bir konuyu konuşmaya başlayana kadar. Onları dikkatle dinlemeye başladım. Yeninin yüzüne de ilk o zaman baktım. Tatlı kızdı doğrusu. 
       Ertesi gün asansörde ve koridorda karşılaştık. İçimden bir ses bu kadar karşılaşmanın bir tesadüf olmadığını söylüyordu. Belki de o ses direk ağzımdan geliyordu. Asansörde onu görünce yetişmek attığım deparın tesadüfle hiç bir alakası yoktu. Diğeri gerçekten tesadüftü. Koridorda attığım altıncı volta olması dışında. Ama şansıma yemekhenedeki benle konuşmaya çalışan kız gitmiş yerine soğuk bir tip gelmişti. Önce gülüp selam vermiş ikinci karşılaşmada ise sadece selam vermişti. 
        Normalde umudum kırılırdı ama bu sefer farklıydı. Neden bilmiyorum ama öyleydi işte. Bir süre yemekhaneye ne zaman geldiğini gözlemledim. Herkesten biraz sonra geliyordu gelmesine ama bu yeterli olmuyordu. Gördüğü en boş masaya oturma gibi bir adeti vardı. Bu ilkokulu yemekhanemiz devlet okulunda okuduğu ve orta okulu yemekhaneli büyük ihtimal özel okulda okuduğunu gösteriyordu. Iyi çıkarım yaparım ama bu şekilde kızı tanımamım yıllar süreceğini anlayıp taktik değiştirdim. Artık yemekhaneye olabildiğince geç gelip onun olduğu masaya oturuyordum. Başlangıçta sadece onun çevresiyle konuşmalarını dinlerken sonrasında konuşmalara da ucundan kıyısından katılır oldum. Artık evinin yerini nerede sinemayı gittiğini tuttuğu takımı biliyordum. Elinde gördüğüm kitapları alıp hemen okuyordum. Bir keresinde tesadüfen (!) gittiği avmnin teknoloji Mağazasında karşılaşıp ona yeni telefon almasında yardımcı olmuştum. 
          Yine böyle tesadüfler ve çabalarla sürüyordu hayat ama niyeyse yaz yaklaşmasına rağmen beklediğim seviyede değildik. Tatilini teyzesinin Altınoluk'taki yazlığında geçireceğini duyluştum. O gün abimi arayıp yazlığın benim bir yıl önceden belirlenmiş tatil haftalarımda (2 hafta) yazlığın boş olup olmadığını sordum. Biz oradayız sende gelirsin dedi. Bende istekliye olur dedim. Kabul edeceğimi hiç düşünmemişti herhalde, şaşkınlıktan öksürdü. Sorun şuydu ki ben kızın tatil zamanının bana uyup uymadığını bilmiyordum. Ama denemek zorunda hissediyordum kendimi. Ve evet buraya geldim. 
            İlk 5 gün görerimumuduyla her gün çarşıya gittim. Göremedim. 6. Gün umudu kesmiş Abim ve şürakasıyla okey oynayıp evden çıkmadım. Bir hafta dolarken çarşıda karşılaştım. Ilk sözü heryerde karşıma sen çıkıyorsun oldu. Daha yeni gelmişti ve izni bir haftaydı. Beraber dönecektik İstanbul'a yani (Arabası olmadığını bilmem sizi şaşırtmadı değil mi?). O bir hafta gündüzleri sadece bir defa görüştük. Orada da teyzesiyle beraber yüzdük. Ama geceleri bazen canlı müzik olan bir yere gittik. Bazen bir konsere. Fazlaca eğlendik. O yine bayağı hareketime şaşırdı (hep tesadüf). Beraber İstanbul'a döndük. Ve inanmazsınız ama ondan bir yıl sonra evlendik. Şu an hala mutlu bir evlilik geçiriyoruz. Herkesin anlatacak böyle hikayeleri olması dileklerimle. 
        

22 Ağustos 2014 Cuma

Nazar

7'den 70'e hepimizin ağzında nazar kelimesi dolanmakta. Yaş ile ciddiye alınma oranının bağlantılı olduğu söylenmede bunun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Nazarı biraz da kurtarıcı olarak kullandığımızdan çok ta üzerinde düşünmediğimiz toplumsal zararları  ve bireysel zararları üzerine kafa patlatmadığımız aşikar. Nazarınızın dediğine inanılan bir insan olduğunuzu düşünün ve yazının geri kalanını o halde okuyun.
      Nazarın gözden kaynaklandığı düşünülür. Yani başlangıcında görme ile cyclops vari bir etkidir. Kısa süreli etkisi bu ilk tanımlamadan kaynaklandığı düşünülür. Korunmak için kullanılan şeyler falan zaten hepimizin malumu. Nazar boncuğu denen koruyucunun da bu ilk dönem nazarından korunmak için düşünüldüğü söylenir. Peki bu nazar denen kavram ne yöne evrildi? Bakalım... 
        Modern zamanlara yaklaştığımızda nazarın fiziksel temelinden koparıldığını görürüz. Göz kavramı yine yerindedir ama koruyucu olarak fiziksel bir nesne yerine dua kullanılmaya başladı. Gözden doğan bir gücün dua ile bertaraf edilmesi olmayacak duaya âmin demeye örnekten başka bir şey olmayacağı düşünüldüğünde gözün artık sadece bir başlatıcı olduğu ve asıl gücün ruh vasıtasıyla olduğu söylenebilir. Gücün ruha kayması nazar kavramının gücünün ve menzilinin inanılmaz derecede artmasına yol açtığı söylenebilir. Eskiden bir boncukla kurtulunabilen bir mefhum iken artık kabul olma gibi bir prosedüre sahip duaya geçip bir belirsizlik kazanınca ona olan korku da katlanarak arttı. 
          Modern zamanlara geldiğimizdeyse  beklendiği gibi korku ağını güçlendirdi ve beklenmediği gibi kurtarıcı rolünü üstlendi. Modern zamanlarda geçmişte olamayacak söz nazarı (çok anlattın kadına çocuğu kesin nazarı değecek ve instagram nazarı gibi kavramlar oluştu. Başlangıç mantığına oldukça ters olan bu durum güçlenirken eski tip (işin içinde hala göz olan) nazarın da güçlenmemesi beklenemezdi. Nazarda bulunan eksikliikten doğma algısı belli toplumsal sınıflarda (neredeyse kastımsı) yaşayan ınsanlarda nasıl var olabilir diyorsunuz duyar gibi oldum. Artık eksiklik olarak mal mülkden ziyade arkadaş, sevgili ve başarabilirlik kavramları yerini aldı. Bir örnek olarak çıkmaya başladıktan sonra sizden oldukça uzaklaşan arkadaşlarınız örnek verilebilir yada çok güzel şarkı söyleyen arkadaşlarınızın şarkı söylemeyi reddetmesi (utanma nazar korkusunun nazarsız düzenlenmiş halinden başka bir şey değildir.) buna örnektir. Örnekleri çoğaltabiliriz ama nedense nedense onları kendimize yaklaştırmaktan korkarız (bazı ay kız çok güzel götür götür nazarım değmesin ınsanlarını saymazsak). Karşımızdaki nedir ki biz ezer geçeriz onu. 
        Aynı nedenden dolayı kıskanç ınsanımızda yoktur (kıskanmayan insan ölüdür).  Kıskançlıkla nazarı bazılarımız direkt olarak bağdaştırır ama bazılarımıza kıskanma deyince aklına ilk etapta nazar gelmez. Bu nazarla kıskançlığı bağdaştırmayan insanlar sürekli kendine yakın yaştaki kardeşini kıskananlardır. Bunlar nazar kavramına karşı bağışıklık kazanmalarını kıskançlıklarına borçludurlar. 
         Televizyonda nazarı değmek günah mi gibi sorular gördüğünüzde yaşadığın şeyin kötü olduğunu nereden biliyorsun gibi bir cevap verdikten sonra bilerek ve isteyerek nazarım değsin diyen insanlar olmadığı için söylenebilir. Günah bunun neresinde? 
          Ilkokulda annemizin anlatma dediği şeylerin çoğu nazara yönelik şeyler olduğu için bu milletin kendilerini bu kadar çok anlatmasını açıklamak içinse 40 yıl istiyorum. Sürekli kendi süperliğini anlatan bir topluluğun nazar manyağı olması hiç te normal durmasa da sıkıcı yaşama getirilen bir Avuntu olduğu ve bunun da anlatabileceği düşünülürse insanımız bunu da sever. 
          Nazarı değdiği düşünülen insan portföyü eskiden sakatlar,ailesezler falan iken şu anda seviye kendinden yukarıdakilerin nazarı dediğine inanılmaktayta. Hani şu o kadar zenginim çocuğum gerizekalı şu bakkalın çocuğu ne karar Zeki diye başlayan ve tabiki kendinden alttakilerlde biten bu kavram artık sakatlara ulaşamaz bir durumda. Bunun bir nedeni olmalı ama o beni bayağı aşmakta. 
Son olarak nazara inanıyormusun diye soracak olursanız yanıtım nazar olsaydı insanlar bu kadar çok konuşamazlardı diye bir cevap vermek istiyorum (aslında bir güç var ama. Sen de mi Anıl

Kısa bir notlar yapalım

Twitter gerçekten etkiliymiş. 

Birini mentionlamak çok tehlikeliymiş. 

Puccayı takip eden erkeklerin hepsi Ayşe Özyılmazel'i de takip ediyormuş. 

Bazen bir insanın sevdiği 140 arkadaşı arasına giremediğini görmek insanı gerçekten üzüyormuş. 

Uzun lafın kısası artık twitterdayım
@ankaanil

19 Ağustos 2014 Salı

Şarikarağaçta Elektrik Kesintisi

Dün saat 3'te kesilen elektrikten hala bir haber alınamıyor. Ilçe sakinlerinin jeneratöre olan ilgisi elektriğin bir süre daha olmayacağını yüzümüze vurar nitelikte

















Jeneratör kuyruğu ilçe sakinleri Akın Akın jeneratör alıyorlar
 



Marketten aldığı soğuk suyla yüzü gülen bendeniz ilçe jeneratörleryle iletişim kurma çabasındayken





Jeneratörlerin yoğun çalışması sonucu ilçe merkezinde yoğun bir gürültü olmakta. Bir an önce elektriğin gelmesi umuduyla... Elektrik önemliymiş gece en ufak ışık yok bazı yerlerde. 

Deneysel Çalışma

Her şey güzel başlamıştı. Hayatılmız güzel başlamıştı. Senden 3 ay sonra dünyaya gelmiştim. Öyle söylediler yani. Aynı şehirlerde doğmamıştık memurdu ailelerimiz. Ama o bizi ayıran şey sen bir yaşına geldiğinde bizi birleştirmişti. Senin babanın ve dolayısıyla annenin tayini benim küçük ilçeme çıkmıştı. Seninle tanışıklığımız ezelden yani. Seninle doğmuş olmasamda kader beni seninle yaşatmıştı. Lojmanda giriş katta oturmamızın hiyerarşiyi belirlediğini bilmezdim o zamanlar. Gerçi o zamanlar farklıydı o zamanlar bunu annen ve baban da bilmiyorlardı. 
      Senin sayende anaokuluna da gitmiştim. Bizi her gün okula baban bırakırdı. O sert denen adamın gerçek yüzünü bana göstermiştin. Seninle ben daha orada birbirimize düğümlü olduğumuzu anlamıştık. Baban seni bir sonraki yıl koleje vermesini bu yüzden istemedin. Bütün arkadaşlarım devlette demişsin haksızlık yapmışsın kendine çünkü senin tek arkadaşının ben olması gerçekten imkansızdı. Sonuçta ilkokulda da bereberdik buna bakmalıydım ben. 
      Bu bir roman olsa ilkokulda sıra arkadaşı olurduk. Ama biz değildik işte. Hatta ben seninle beraber görülmekten utanırdım. Bu yüzden seninle bir sokak ötede buluşur kimse görmeden eve giderdik. Hiç ses etmezdin. Avucumun içindeydin hayatımın çoğunda olduğu gibi. Tıpkı babamın anneme söylediği gibi ben olmasam 3 aya ölürsün sözünün realitesini yaşıyordum hayatta. Annene çok imreniyordu annem onun gibi olmak isterdi. Bilmezdiki oğlu o kadının kızına bağırıyor ve o oğluna biat ediyordu. 
      Orta 2'den sonra sıra arkadaşı da olmuştuk. Yine baskın taraf bendim ama sende eski ürkekliğini atmıştın. Hala beraber okuyorduk ama sen başarılı bir öğrenciyken ben sınıfın vasatını ancak yakalayabilen bir insandım. Ne ara okuduğunu bilmediğim bir sürü kitap okuyordun. Kitap okumak benim neyime diyordum. Sen herkes kitap okur diyordun. Ben ise hiç kimse dünyalarımız aynıydı ama ayırımı başlatan bu olmuştu. Birde tabi Lise giriş sınavları... Sen ildeki fen lisesine giderken bana dümdüz lise kalmıştı ilçede. Ayrılacağımızı öğrendiğin de ilk defa birbirimizi sevdiğimizi itiraf etmiştik. Irtibatı koparmamalıydık. Koparmadıkta beraber kararlaştırdık. Birlikte doktor olacaktık. Senin sınıf arkadaşın yoldaşın Rabia da bunu istiyordu. Bizimle aynı mahallede oturan bu kızdan oldum olası nefret etmiştim zaten. 
    Tam doktorluk umudumu dersler ve deneme Sınavlarıyla kaybetmişken, babanın ağır bir trafik kazası geçirmesi beni kurtardı. Baba mesleğine yönelmene yol açan bu kaza seni okulun son yılında yine benimle aynı okula düşürdü. Sen istediğin Hukuk'a gittin. Banaysa bölümüm dolayısıyla matematik öğretmenliği düştü. Aynı ilde olmamıza rağmen biraz uzaktık birbirimize. Artık ev arkadaşın olan Rabia evlenmemizi önerdiğinde sırf Rabia önerdi diye karşı çıkmam hayatın bir cilvesiydi sadece. 
     Okul bittiğinde artık evlenmemiz için hiç bir mani kalmamıştı. Ailelerimize açtık bu olayı. Bunu beklediklerini söylediler sonunda dediler. Çeşitli konuşmalar yapılırken şu askerliği aradan çıkartayım diye askere gittim. Döndüğümde evlenmiştin. Anneme sorunca onlar bize uygun değildi dedi. Annesi de biz uygun değildik deyince zamanın sadece bazıları için değiştiğini anladım. Şimdi sıra seninle konuşmaya gelmişti. Ama sen telefonlarımı açmıyordun. Sonunda ısrarlarıma dayanamayıp beni rahat bırak ben artık evli biriyim diye mesaj attın. Seni bırakamadım ki. İstanbul'da bir özel okulda işe girip sana ulaşma çabaları gösterdim. Beni 20 yıllık arkadaşını sattığı adamdan sadece nefret ediyordum. Olmazdı bensiz olamazdı. Onun evlenmesinden 1 yıl 3 ay sonra Rabia ile evlendim. Neden mi Rabia...!

       Sen bensiz olamazsın
       Benim de olamazsın artık
       En yakın arkadaşınla evlendim
       Bana kızdın mi?

       Sadece sana yaklaştım
       Bundan önce telefonlarımı açkazken
        Şimdi hafta sonları beraberiz
        Benden bıktın mi?

        Biliyorum bıkamazsın
        Çünkü sen Rabia ile
         Bende Berker ile geçiriyorum vaktimi
         Nefret ettiğin adam dostun olur mu? 
        
        Olmaz olur mu? 
        Senin için her şey olur


         Umudumu ne mi
         Emekli olunca aynı yerde yazlık almak
         O adam sana bakmayı kesince sana bakmak
         Etrafta genç güzel kızlar kaynarken sana bakmak
         Onun değil ancak ve ancak benim haddim olabilir
         

          Beraber ekmek alırız belki
          Çiftli okeyde hep eş olacağız ama
           Onun sözünü isterim
           Gerçeğimiz oyun olur
         
         Oyun olursa gerçeğin
         O zaman yaşamaya başlarsın
         Demek isterdim ama 
         Şu ana kadar yalan yazmadım!


(Biraz fikir zorbalığına ara verdim umarım beğenirsiniz Anıl Kaynar)

17 Ağustos 2014 Pazar

Kör Ölür Her Şey Tadında Olur

Bildiğiniz gibi bu sezon türkmaxın format değiştirmesiyle (yemek kanalımsı bir şey olmasıyla) kanaldaki eski programlar bitirildi. İşgüzar yöneticilerin gereksiz bir hamlesi olsa da olan olmuştu artık bu konuda söylenecek bir şey yok. Bizim söyleyeceğimiz bazı şeyleri abartmaya meraklı hafızası zayıf türk insanının bazı şeyleri nasıl yalan yanlış hatırlayıp gözünde büyüttüğüdür. En baştan başlayalım.
   Ben liseye başladığımda başlayan Her Şey Tadında isimli program içerdiği yemek bahaneci Jess ve şişman grip sesli milletin kadını Sena ile ve utangaç Eyüp şef ile yola çıkmıştı. İçimdeki ev kadını ruhunu artık iyi bilen okurlarım Digiturk'e özel yayınlanan bu programa mutlaka bir baktığımı anlamışlardır. Program izleniyordu iyiydi hoştu falan da bol konuşlu ve iyi yemek yapılan Yemek Bahane'yi izliyormuş hissi veriyordu insana. O gün sevmediğin konuk yemek varsa Sena'nın sesi hiç çekilmiyordu. Netboklu mutfak dedikodusu hakkında yorum yapmak istemiyorum!
    Arada bir izlenilen bir programın müdavimleri oluşmaya başlamıştı. Ama bu yeterli değildi. Herkesin her gün saatlerce izleyebileceği bir şey lazımdı. Bunu da magazin masasıyla başardılar. Esin Övet önderliğinde Turhan Bey iticiliğindeki bu masa jess gibi bir gevezenin çoğunlukla sadece haber okuyup bilgim yok demesine rağmen sevildi.Takip etmesi kolay uyuklarken, evi süpürürken her şekilde izlenebilen tadında magazin bölümü Sena'nın da kendini bulmasını sağladı. Anlattığı dizi ve klasik türk insanı magazinciliğiinin yanında benim hayatta bir saniye bile yapamadığım zenginin malını kanıtlama hatta savunma duruşu onu farklı bir yere koydu. Tadında magazin sayesinde altın madeni bulmuş durumda olan program sürekli yükselen çizgisiyle ev kadınlarına digiturk aldırmasıyla (maç izlersin sende nidaları) iyi bir ivme yakalamıştı.
     Programın magazin masası bölümü ayrılıp hafta sonları tadında konuşulanlar olarak yayınlanmaya başladı. Bu durum onu normal insanların da tanımasına ve daha kötüsü her şey tadındayı sadece orada konuşulan ıvır zıvır magazin sanan insanlar oldu ve programın bu kadar tuttuğunu gören cahil güruh bu konuşulanlar kısmına mal bulmuş gibi atladı. Her şey Tadında mutfak dedikodusu insanımızı tanımamızı sağlayan Jess'in sevdiği sosyolojik bir yapıyıydı. Magazin masası kadar akıcı değil ama ondan daha ufuk açıcıydı. Ama maalesef bu masa her şey tadındayı ele geçirdi. Bilhassa Esin Övet ayrılıp Ipek durkal'ın gelmesinden sonra. 
      Burada bir parantez açalım. Bildiğiniz gibi her şey tadında bittikten sonra hakkında bir cilt yazı yazıldı. Bloglarda, gazetelerde her yerde. Ama hiç biri Esin Övet'ten bir kelimeyle olsun bahsetmedi. Programın finalinde de Esin Övet'in adını anan olmadı. Biraz itici, soğuk ve kibirli bir insan olabilir ama efsane magazin masasını oluşturan ismin isminin bir kere bile anılmamıştı beni üzdü ve Her şey tadındayı izleyen Kesimin hafızasını ve insanımızın biraz soğuk insanları asla sevmediğini gösterdi bize. Ipek Durkal da biraz çok bilmişti ama genel tavrı yüz ifadesi onu halka sevdirdi. Esin'e de aaa her şey tadında'dan çalıntı program yapmayın orijinali var zaten mesajları yazıldı. Üzücü ne diyelim...! 
      Türkmax son zamanlarda programın tamamını gece yayınlamaya başladı. O zamandan sonra izlemeye başlayan bu insanlar bu söylediğim yazı yazan kesimin büyük bir oranını oluşturuyorlar. Bu güruh gece izlediği için yine sadece programın başını izleyen insanlar. Eyüp Kemal'i Jess'in yancısı sanan tipler bunlardan başkası değildi (Bu arada Eyüp'e yalnızlık yaramış Eks 101 de döktürüyor.)
       Programın bitirilmesini siyasi yönle açıklamaya çalışanlar olmuş. Dandik magazin programın söylediği 2 gezi parkı cümleciğini kastediyorsanız onu Beyaz TV bile yaptı. Her başarısızlığı, sonu buna bağlamak kolaycılıktan başka bir şey değildi. Zaten programda yavaş yavaş son kullanma tarihine geliyordu. Özellikle Sena'nın Amerika tatilimsi şeyi ve dizileri izlememeye başlaması ve artık zengin koca bulmuş yarı emekli abla moduna geçtiği program ciddi kan kaybetti. Nerede o eski koca arayan Sena nerede bu tuzu kuru! Tadında magazinin zaten bir yığın taklidi ulusal (herkese açık) kanalları doldurmuşken eski gücünü kaybettiği hissediliyordu. Toplumsal işlevi de türkmaxın bunu konuşalım'ı ile bayağı bir törpülenmişti zaten yani bazı vasıfsız dizi bloggerlarının söylediği gibi her şey tadında değildi. Adamlar astrologlarını bile kaybetmişlerdi yahu! Böyle bir durumda program ömrü çok da uzun olamazdı. Ama bu erken bittiği gerçeğini değiştiren bir şey değil. 
      Bu yazıyı şimdi yazma sebebime gelirsek hafızası zayıf milleti övmekten başka yazma amacı olmayan beklenen kral (hepsi küçük) isimli bloggerın yazdığı içi boş anlamsız yazı. Hiç bir şey söylemeden, programın son 6 ayı hariç diğer olaylar hakkında en ufak bilgisi olmayan, mutfak dedikodusunun tadını almayan sığ muhabbet düşkünü bu çocuğun yazısının rağbeti azalsın ve insanlar belki övgüden başka şeyler duymak isterler diye yazdım. Selami'yi Libya yerine Irak'a  gönderen bu Zat'ın yazısını ciddiye aldığım için kendime kızsamda bu adamın benim 40 katım hit aldığını duymam beni bu adamı ciddiye almaya yöneltti. Halk bunu istiyorcu bir adam olmadığım için bu adamlar gibi yazılar yazmıyorum ama gelmeyen geri dönüşler beni gerçekten çıldırttı. Isteyen istediğini söylesin ben kendi çapımda köyün delisi olmayı bırakmayacağım. Sadık okurlarımın bu adamı ciddiye almayacağını biliyorum ama yine de insan bir acaba diyor. Bu adamla büyük ihtimal 2 ay içinde gazetede röportajı çıkar ben de kırmızı bir şekilde dişimi sıkarak okurum. Ne diyelim çağrışım çınlamadır. Istemsiz değildir uzun da sürmez ama çok uzaklara ulaşır. Ben çınlama yapmıyorum ve bu konuda ciddiyim. Çınlama sihirbazlarından uzak bir yaşam dilegiyle. ( Anı kaynarviçe'nin gün konuşması gibi başlayıp anilinov kaynarino'nun git gelleriyle biten bir yazı oldu. Dengeli okumalar efendim.)

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Fark ve Şans

Bildiğiniz gibi geçen yıl üniversite okumaya başlamıştım (Istanbul Üniversitesi Bilgisayar müh İÖ). Üniversite tercihimi bu yönde kullanmam beni derin bir ümitsizliğe sevk etmişti. Sabahtan akşama çalışıp yine de işlerini yetiştiremeyen karşısındaki insanla 2 kelime etmekten aciz kalacak zavallı bir insan olacağımı düşünüyordum. O iğrenç hiç bir şeyden haberi olmayan insanlardan biri olup çıkacağımı düşünüyordum. Yaklaşık 8 yaşımdan beri hayalini kurduğum yazmak tutkusunun yok olacağından hiç şüphem yoktu. Uzun lafın kısası kendimi düz adam sınıfının üyesi yapmıştım bile kafamda. Bu kadar ümitsizliğe düşmüşken bir ilan gördüm.
     İlanda sınavsız 2. Üniversite diyordu. Hemen ayrıntılara baktım. Coğrafya,tarih,sosyoloji, felsefe,işletme. Bu bölümler 2. Üniversite olarak okunabiliyordu. Ben de hemen oturtmaya çalıştığım düz adamlık aklımla; burada işletme okurum mezun olunca mba yapmış gibi olurum, ceoluk için kapılar açılır gibi her erkek mühendislik öğrencisinin edeceği klasik argümanlarla bu işe girdim. Ama sonra içimden bir ses bu senin kurtuluşun olabilir Anıl dedi ve konuyu anneme açmam ile sosyoloji oku demesi bir oldu. İşletme kadar maddeci olduğunu düşündüğüm bir sosyal bilim. Üstelik içinde her zaman insan var. Bir de söylemesi gerçekten havalı olur.  benim gibi bir şeyler anlatmayı seven insanların böyle ilgi çekici şeylere her zaman ihtiyacı olur. Macera da aradığım için yazıldım auzef sosyolojiye. 
      İlk dönem derse konsantre olmakta gerçekten zorlandım. Çoğu zaman dersleri boşladım. İhmal ettim ödevleri çoğu zaman. Yine mümkün olduğunca bakmaya çalışıyordum Cumartesi günleri. Vizelerden bir şekilde geçmiştik ama finallerin şakası yoktu. 3 dersten kalmış birini re ucundan geçmiştim. Sosyal bilimlerin bana göre olmadığını düşünmeye başlamış ve sosyolojiyi bırakma kararı almışken (bir de İngilizce ara dönem muafiyetinden kalmışken) bloğumdaki eski yazıları okuyayım dedim ve aman Allah'ım dedim. Yazdığım yazıların kalitesi ciddi şekilde artmıştı. Önceki yazılar orta okul öğrencisi yazısı gibi dururken yeniler lise öğrencesi seviyesini tutturmuştu. Bir örnek:

 http://cepli.blogspot.com.tr/2013/12/ack-radyo-yu-istanbul-un-hic-bir.html
http://cepli.blogspot.com.tr/2012/02/saldr-cimbom-okey-lets-go.html

      Kullanılan kelime havuzu pek gelişmemesine rağmen okunurluk artmıştı. Yazılar fazla uzamamıştı ama belli bir uzunluk her yazıda sağlanır olmuştu. Bu durum gerçekti. Ben gelişmiştim. Bunu İngilizce yapamayacağına göre (yoksa yapar mı o an öyle düşündüm.) bu sosyoloji kaynaklı olmalıydı. Evet bu benim gerçekten kurtuluşum olabilirdi. Tatilde sosyoloji kitapları çeşitli felsefi metinler okudum ve kaldığım derslere çalıştım. 2. Dönemin başlamasıyla hadi Anıl'ım bu sana verdiğim son şans dedi içimdeki düz adam bende gerçekten bir şeyler yapmaya başladım. Hazırlık sınıfındaki bana olan algı bile değişti. Konuşma tarzım özgüvenim günden güne arttı. Blogda düzenli olarak yazmaya başladım. Blogdaki yazıların kalitesi gün geçtikçe artiyordu. Kalitem artiyordu galiba. Artık söyleyecek daha çok sözüm yazacak daha fazla fikrim vardı. Bunu bana Auzef Sosyoloji'nin sadece bir yılı yapmıştı. Önümde daha yıllar var kim bilir ne hale geleceğim. Arkadaşlar bana bazen soruyorsunuz 2. Üniversite okunur mu diye, size topluca bir cevap vereyim işletme okumayacaksanız okuyun. Sosyolojiyi herkese öneririm. Mezun olunca iş hayatınıza doğrudan bir katkısı olmayacağı kesin gibi ama katkısı emin olun işletmeden fazla olacak. Prezentabl işletme okumak ile olmaz. Sosyoloji okunur yani. Kalırım ölürüm diye korkuyorsanız normal Üniversitenin finallerinden sonra bunun bütleri yapıldığı için aradaki zamanda kolaylıkla kaldığınız derslere çalışabilirsiniz. Ben okul olmadan da okur öğrenirim dıyorsanız sizi sadece kıskanırım ve önünüzde eğilirim. Ama  yapamayacağınıza da bahse girerim. 
 2. Dönem bloğumu okuyan ama okuduğunu söylemeyen bir arkadaşım okuduğunu itiraf ettikten sonra yazıların çok sığ demişti. Onu söylediğinde yüzüme bir üzüntü maskesi geçirmiştim ama içim içimi yiyordu. Evet eski yazılarım çok sığdı ve bir iki soru sorarak son yazılarımı okumadığını farkettim. Tespitim doğruydu bunu bir yabancının yüzüme söylemesi de doğru yolda olduğumu hatırlattı. Teşekkürler dobra arkadaş. 
        Son olarak düz adam, beyinsiz adam olmaktan ölesiye korkan insanlarsanız sizi de beklerim yanıma efendim. Sözel bir bölüm okuyorsanız çok elzem  değil (hukuk dahil) ama sayısal (özellikle mühendislik) okumanız sizi çok farklı yönlere savuracak. Son olarak bir Yeşilköy Anadolu Mottosu yazalım:
Farkınız Varsa fark edilirsiniz. 


Not:Auzefin diğer bölümlerini ayrıntılı olarak bilmediğim için onları öneremedim. O bölümleri oranın öğrencilerinden dinlemeniz daha doğru olur der ve çekilirim.

Son olarak 2011'den 2014 doğru blogumu okuyun fikirleriniz netleşecek. (Adam olmuşum zannediyor ama 100 kez son olarak yazdı bunun okuduğu okuldan hayır...)

15 Ağustos 2014 Cuma

İnsan Nasıl Değişir-----3------ Sorumluluk çakışması

6. Sınıfa gidiyordum bu olayı yaşadığım zaman. Hayatımın en popüler dönemini yaşıyordum. Çılgınca sorumluluklar alıp çoğunun üstesinden geliyordum. Hayatımda ilk defa yanına oturulmak istenen çocuk olmuştum. Münazara ekibine bile almışlardı (!) !!!!!????!!! O kadar fena bir durumdaydım. Bildiğin popüler olmuştum be! Bu durumun yıllarca böyle gideceğini düşünüyordum belki de giderdi ama ard arda yaşadığım olaylar hayatımın bu şekilde gelişmeyeceğini söylüyordu. Hadi anlatmaya başlayalım:
    Yaşlı matematik hocamızın öğretmenliği bırakmasıyla bize yeni bir matematik hocası gelmişti. Bu öğretmen sinirli yapısı ve ödev verir yapısıyla ahalimizi şaşkına çevirmişti. Yaklaşık bir asırdır ödevlerini okulda topluca yapmaya alışmış topluluğumuz bu durumdan kollektif çaba sayesinde pek etkilenmemiş görülüyordu. Taa ki koronun 23 Nisan provaları başlayana kadar. Hoca ödev konusunda rekorlar deniyordu. Bir gün sevgili müzik hocamız öğle tenefüsünde arkadaşlarını topla prova yapalım dedi. Bende ilk iş olarak olarak onlara prova olduğunu söyledim. Onlar da tamam gideriz dediler taa ki öyle teneffüsünde sevgili arkadaşımın uzun matematik ödevini hatırlayana kadar. Hepimiz bir ikilem içinde kalmıştık. Ya bu ödevi yetiştirecektik öğleden sonraki derse yada koro provasına gidecektik. Ben provaya gitmek yönünde fikir belirtsemde çoğunluğun ödev demesi ile ödeve yöneldim. Koronun 8 üyesi ve diğer arkadaşlarla ödevi yetiştirdik. Ders sonrası sevgili müzik hocamız sınıfa teşrif etti. Niye gelmediniz prova vardı deyince bizim haberimiz yoktu dediler. Ben nasıl olur ben söyledim hatta gidip gitmemeyi istişare yaptık deyince yok öyle bir şey dediler. Kendilerini kurtarıp beni yakmışlardı yani. Beni harcamışlardı. Insanın iğrenç faydacı yüzünü ve her sözlerinin altında bir plan olabileceği gerçeğiyle yüzleşmiştim. O günden sonra bir daha duyuru yapmamaya ve ödevimi asla birileriyle yapmama kararları aldım. O kararları hala uygulamaktayım ama bu olayın yıkımın sadece başlangıcı olması ise insanı gerçekten meraklandırıyor.
     Türkçe dersinde hoca yıl sonu bir ödev verdi. Gruplara bölünecek ve küçük bir tiyatro oyunu yazıp oynayacaktık. Bunu duyan herkes Anıl bizim gruptansın dedi tek tek. Bende bir şey söyleyemedim. Özgüvenim tamdı hepsine ayrı ayrı oyun yazıp bunların birinde oynandım. Öğretmenin de grupları yazılı olarak verin demesiyle biraz daha rahatladım. Herkes yazıp verdi. Hoca Anıl'ı 4 kere yazmışsınız deyince oklar bana döndü. Hani bizdendir diyenler kendini pazarlamışsın diyenler herkes nefret kusuyordu bana. Benim ise tek suçum bu konuda başarılı olmaktı ha birde kimseyi kıramamak. Bunlardan dolayı yeniden kurulan grupta başkanlık ayrıcalığımı kaybettim ve hayatımın geri yakamı bırakmayacak birilerinin boyunduruğu altına girdim. Metni bile ben yazmadım. O çocuk da bana en az rolü verdi. Ben de karakterime ters olarak kabul ettim. Karar vermiştim bundan sonra tembel silik adamı oynayacaktım. Bu olaylar bunun oyundan fazlası olmasını da tetikledi. Şişk özgüvenim sarsılmaz beN yaparım algım o yıl yıkıldı. Yıllarca silik bir yaşam sürmek için ciddi uğraşlar verdim. Bazen bildiğim şeylere bilmiyorum dedim ama o içimdeki kral ölmediğini bana bu sene gösterdi. Ama henüz yaşadığından da emin değilim. Yeniden doğmak ümidiyle ANKA...  Belkide sadece bir zamanlama hatasıdır bu yaşadıklarım.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Geç Verilen Cevaplar---1---- Genetik ve Gözlem

Bir arkadaşım derste insan kişiliğinin genetikle alakası konusunda konuşurken kendi hayatından şöyle bir örnek verdi:
 Ben küçükken anne ve babamı sadece haftasonları kısıtlı bir vakitte görmeme rağmen davranışlarım karakterim babama benzedi. Bu durum gösteriyor ki genetik insanın karakterini belirleyen başlıca faktördür;anlamı taşıyan bir şeyler söyledi. Gelin bu arkadaşımızın hayallerini yıkalım. 
     ÖNcelikle baba kız çocuklar için çok önemlidir (arkadaşımın cinsiyetini buraya kadar okumayan anlamasın tarzı yazı yazma girişimi). Freud bunu oedipus sendromu ile her iki cinsiyet için temel olarak açıklamıştır. Freud'un bu görüşü geçerliliğini tam olarak olmasada korumaktadır. Erkek çocuklardan farklı olarak kız çocuklarında daha fazla olan güçlü bir kişi bulma arayışı da babaya olan yakınlığı işaret etmektedir. Bu durumlardan dolayı kız çocuk babaya benzeme eğilimi gösterir. Bu eğilim belirgin olarak gözlemlenebilir eğer baba olmaması için özel bir çaba göstermesse. Peki neden dedeye değil de babaya benzedi bu çocuk? Onu da cevaplayacağız bir sonraki paragrafda.
      Etrafınızda mutlaka görmüşsünüzdür şu şekilde sitem eden anneleri: Çocuğumla 24 saat uğraşıyorum uykusuz kalıyorum hayatım o oldu ama o beni değil teyzesini (genelde annenin bekar küçük kardeşi) (dayı da olur ama dayı doğuramayacağı için anne kişisi bu şekilde sitem etmez.) seviyor cümlesini veye benzerlerini bir çok sefer duymuşsunuzdur. Bu durum çocuğunun ona bakan ebeveynlerini gardiyan gibi ona sürekli zorla bir şeyler dayatan insanlardan soğuması ve pek fazla görmediği ğizemli onunla pek alakadar olmayan (anne babaya göre) insana sevgi besler. Çocukların hep dünya kendi etraflarında dönüyor zannında oldukları söylenir. Bir bakıma da öyledir (dünyası küçük). Bu dışarıdan gelen kimse ona dünyanın kendi etrafında dönmediğini gösterir. Onu büyütenler ( çoğunlukla çalışmadığı için anne) çantada kekliktir. Zoru sever insan yani her yaşta. Bu arkadaşım özelinde de çantada keklik olan ona bakan anne tarafı (anneanne ve dede) çantada kekliktir. Ona ara da bir gelen ve   Ona sürekli iyi davranan bu genç ve ona bakan insanlardan daha çok sevmesi gerektiği telkin edilen çocuk da babasına benzemekte ışık görür. Çocukların gözlem yeteneği de çok güçlü olduğu için bunda da çok başarılı olur. Erkek olsa daha mi az benzerdi anneye derseniz cevabım evet olur. Son olarak arkaşıma bunun sadece benim tezim olduğunu ama senin de bunu bir düşünmen gerektiğini söylemek istiyorum. Senin tezini çürütmek için son bir soru sorarak yazımı bitiriyorum: Neden anne değil de baba) aynı oranda benzemen gerekirken hem de! Yazımı okuman ve düşünmen dileklerimle. (Evet yazı berbat bir yazı oldu biliyorum. Neyse en azından kısa.)

12 Ağustos 2014 Salı

Notlarrrr Bölgüsüz

Paul george kötü sakatlanmış. Bazıları kötü gözüken bir kırık diyor bazıları ise hasar büyük diyor. Milli tekımdaki sakatlığı ilerleyen yıllarda ABD'nin hanesine yeni bronz madalyalar ekleyebileceği söyleniyor. Durant de affını istemiş zaten milli takımdan zor dostum zor... Olan yine İNdiana'ya oldu yahu. 

Salih'i oynatamayan Ersun Yanal ile yollar ayrılmış. Cm'ci olarak bilinen bu garip hocanın Salih'i oynatmayıp rotasyon konusunda da FM 2005 seviyesinde kalınca dahi olmuştu taraftarımızın gözünde. Fazla efsaneleşmeden ayrılmasıyla bizim takımlarımız da genç futbolcu oynatma hayalleri geri döndü. Bir daha takım çalıştırmaması dileklerimle. Yalnız tazminat alması lazım.


Ali Biçim talk Show yapıyorsa bende yaparım be! Eğreti diyologlarla saçma sapan sürpriz(!) lerle gerçekten olmamış. Sen git teyze yer ver de. Hem orada gerçekten söylenmeyenleri söylüyordu. Ah şu annesi bir iş günü dahi çalışmayan ayıcıklar sizin anne algınız yüzünden o teyzeler bizden yer isteyebiliyor.


iPad! In resmi Blogger uygulaması hakikaten tırtmış. Göründü Tumblr yolları !

Plajda telefonuyla birlikte güneşlenen insanların yüzde 99'u twitter'da vakit öldürüyormuş. Boşuna bizim masum senaryolar. Kota gitmesin diye az resimler bol yazılı bloglara yönelirler yazın abi. Sayfa 1000 kelimeden az varsa uğramazlar abi. Bunlar hep hayalmiş. Kış günü hayatım kötü ve birini sevdim o beni hiç sevmiyor yazıları yazmaya devam. Ayy kız olsaydım da oje, krem yazısı falan yazsaydım; saç toplama temalı videolar çekseydim şifonyerimin önünde ahh ah!

Kulak ağrısı fenaymış gençler. Aman yüzerken dikkat. Küçük eğe kasabalarında dahi kbb'ci varmış artık. Kasabada belediye yok tam teşekküllü hastane var. Ranta ters bir kere....

Millet'in adamı bir seçim sloganı olmamalıydı. Millet'in adamına oy vermeyeceğim demek zaten fizyolojimize bile ters. 

Amerike temelli sosyologlardan okuduğumuz seçimlere benzer bir seçim yaşadık. Televizyonu ele geçiren seçimi de aldı. Oradaki adaylar kadar olmasada bu açığı güçlü durumuyla kapatan insan seçimi kazandı. Neredesin Neill Postman?

Vay be Mart ayındaki umutlu kalabalık resmen ölmüş. Oy ve Ötesi gibi heyecandan başka gücü olmayan oluşumlar da güçlerini yitirmiş. Neyse artık şu ülkeden kurtulsam yazmıyorlar bari. Çünkü daha kötüsünü yazıyorlar: Ölsem de Kurtulsam .... 


Ekmeğin fiyatına 1 lira diyen Ekmeleddin İhsanoğlu'na ekmeğin fiyatını bilmiyor monşer bu dediler. Usta Başakşehir'de ekmek her yerde 1 lira Başakşehir monşer şehir mi yani! Hani şu bildigimiz yeni zenginimsilerin mekanı olan Başakşehir

TRT FM yol manzaraları programındaki Hülya abla ağlasada rahatlasa yahu. Bu nasıl bir ruh halidir yahu. Resmi uzun yol radyomuz TRT fm' in bu sene bir kere bile Metin Özülkü'den Öyle deli gibi bakma  söz grubunu içeren şarkıyı çalmaması da gerçekten kıyamet alametleri arasında. TRT FM karayollarını kucaklayan ses ses!

Bu yaz ilk defa Best FM' i dinlemedim. Aramadım özel olarak da ah ne güzel radyoydun be Best. Ceyhun Yılmaz bile Alem FM'e geçmiş. Arzu yok, Özay yok. Berkay ve Serdarla düz adamlıkta sınır tanımayan radyo olarak tarihe yazılacak. 

Beni Böyle Sev'den Burcu Biricik ayrılmış. Reha ve Nadide de ayrılabilirmiş. Seda rolünü oynayan Biricik'in ayrılması bizi üzsede artık onu daha içi dolu bir rolde görmek hepimizi sevindirir. Başrol olamayacak kadar sarışın kötü kız olamayacak kadar sevimli olan Biricik'e Bir Kadın Bir Erkek tarzı bir rol bulmasını diliyoruz. Diziye gelirsek yeniden Furkan Fahriye yazmaya kalkmasalar bari. Şu Ömer de ne çekti önce Nezih şimdi Anne Babası ve Seda iyice yalnız kaldı çocuk. Iyi bari sevdiğim insan Selen Uçer'i izleyeceğiz. Rolü biraz kolej sınıf öğretmenlerini anımsatsa da Nail ile evlense de onu hep arayacağız dizide. 

Monşer görmek istiyorsanız Ayvalık'ta bir sürü var.


Marvel'in son filmi Galaksinin Koruyucularına ben bile gitmedim. O hayvan ne be Dalgacı ile dişlekten fırlamış gibi. Muppets filminin seslendirmesi ise çok güzel olmuş. Etrafta güzel Miss Piggy taklidi arıyorum ama yok.

Anadolu bile otomatik vites dolmuş. Düz vites hakikaten bitmiş. Ne brodwayin otomatiği mi varmış.

Keskinoğlu Holdingin tavukçu girişimi Tavvuk gerçekten olmuş. Diğer tavukçulardaki gibi içi pişmemiş kanatlarla karşılaşma ihtimaliniz neredeyse yok ve bunun sosu diğerlerinden biraz daha hafif. İstanbul'da diğer tavukçuların gereksiz menü şişirmeleriyle yarışmaları zor ama Anadolu'da gerçekten kral olabilirler. 

Renault otomobillerin Bluetooth sistemiyle en iyi anlaşan firma galiba Nokia. Ama Nokia'ya da (lumia) podcast indirmek diğer telefonlardan zor. Zaten podcast mi kaldı be! Aç mp3 bağıra bağıra git.

Yol şarkısı olarak Ayna'dan Akdeniz ve Yüksek Sadakatten belki üstümüzden bir kuş geçer eskiselerdi yol şarkısı olarak vazgeçilmez durumdalar. Aydilge Kaçsam Ege ve Yollara düşsem ile bu kulvarda varlığını sürdürüyor. Nil'in ben bu yaz şarkısı da burada. Bazıları yol şarkısı ile yaz şarkısını karıştırıyor. Yol şarkısı umudun şarkısıdır, yaz şarkısı ise anın şarkısıdır. Yol şarkıları nispeten Slow iken yaz şarkıları inanılmaz hareketlidir. Lütfen bilinçlenelim... 


Ufak yerlerdeki taşra baskıları hakikaten rezaletmiş. Spor sayfalarının dilleri de ekstra kötüymüş. Ufak yerde basılı gazete okumak pek akıl karı değilmiş. Tabi butik haberleri değişmeyen maksatlı bir gazete değilse.


Yazın gelmesiyle gezerken yiyelim tarzı bloglar hortlamış. 2008 tarihli yazılara deli gibi yorum alan bloglar var. Nedir bu her şeyin yöreseli aşkı yahu. Koruk suyunu 10 liradan özel içecek diye kakalayan yerler var be! Siz gidin Paris'te çakma şarap tadımcılık oynayın. Rafine zevk diye yağlı et yemeği savunan güruh. Sizin yüzünden ilçe esnafları bile çakal oldu.


Plajdaki rezervci kardeşlerin iğrençliği insanı çıldırtıyor. Kazara şemsiyelerine dokunsanız da hemen yanınızda bitiyorlar. Vallahi büyük azim. Bunlardan çok iyi güvenlik görevlisi olur. Bir gün bunlardan birini biri dövecek işte o gün yeni bir çağ başlayacak. Ne çağı mı plaja hasırsız Şemsiyesiz bir havlu bir kitap ve güneş gözlüğünden oluşan çoğunlukla genç çağ. Rahat olun ne ataerkil ne anaerkil....


Insanın evi gibi yer yokmuş gerçekten. Beni sitemin duşunda yıkasınlar yıkasınlar başucumda biten mazot kokusunu aşıklar koklasınlar. Aslında yeni neslin gurbet vatan ev hakkında görüşlerini yazmak iyi bir fikir olabilir.

Mikrofon olmadan yanınızda ses kaydı (cep telefonundan) yapılabiliyorum şama archive.org'a atmak gerçekten Çin işkencesiymiş.


Şebnem Bozoklu yerine fazlasıyla normal bir kadını esas kız yapan dizi konusu ne kadar değişik de olsa ve Caner Özyurtlu'da içerse izlenmezmiş arkadaş. 

Kiraz Mevsimi yeni Dinle Sevgili olacak galiba. Ocak'ta biter herhalde. Her şey de Kore uyarlaması bu ara zaten


Güneşi Beklerken'in finali ise hakikaten kötüydü. Herkesin lise aşkı ile evlendiği para sorununun hiç olmadığı bol bol çocuklu ütopik bir final izledik. Olan yine Melis'in annesine oldu be. Şu kadını hiç mi düşünen yok! Ufuk terfi bile etmemiş hala şoför yazık be!

Mustafa Karataş lafı kıvırmadanda televizyonda din anlatılabileceğini gösterdi. Hakikaten bazılarını kırmak pahasına doğru bildiğini söyledi. Reytinglerde 1. Olması dileklerimle


Kaçak Gelinlerden sadece sapık dizisi olur. 

Kevin Love bakalım Mehmet Topuz mu olacak yoksa Gökhan Gönül mü? Bana topuzun az koşup çok 3lük Atanı olacak. Waiters da ayrılmassa bu takım 2016 Nba şampiyonu olabilir. 2015 mi OKC


Şu Tsigalko geyiği de hala bitmedi be!


Altınoluk'un denizi bayağı bir yosunlanmış ve belki de bu yüzden zaman zaman leş gibi kokuyor. Havuz desen mikrop yuvası diyorlar. Çamurlu gölde mi yüzecez yahu. 

Her yere bir steakhouseçu açma geleneğine sevgili Başakşehir'imiz de Tekbir Et Steakhouse ile uydu. Yeni açılan Hasbaççe'nin içinde de Steakhousecu olacağı söyleniyor. Buse Terim'in Mall Of İstanbul'daki bir Steakçiyi yazması veya yazdırılması (hiç mi fotoğrafın olmaz orada) da bu sektörde para olduğunu gösteriyor. 

Buse Terim'in yazdığı yemek temalı yazılar da dikkat ederseniz firmanın basın bülteni tadında oluyor. Üstelik kendi ismimi markalıyorum diye bloğunun ismini Buse Terim yapan narsist ablama yanında çalıştıran yazarların Buse Terim adına yazmasının yarattığı kini orta vadede hissedeceksin. Hep Ayşe (Özyılmazel) yüzünden ne yayınlarsın elin zengin çocuğunun moda önerilerini blogda!

Mall Of Istanbul şu an reklamların gazıyla yaşıyor. 1 sene sonra kapanan yerler duymaya başlayabiliriz. İş arama gibi dertleriniz varsa Mall Of'a bir bakın derim. 

Çocuğunun her anını yazan bloggerların 2. çocuğun doğmasıyla yazılarında ciddi azalmalar oluyor. Hatta bazıları küçük hakkında Ege'nin kardeşi diye bahsediyor. Heves her yerde tek atımlık sevgide bile.

Başkalarının şiirlerini kopyalayıp blog yazıyorum diye geçinen tiplere inat yazmayı bırakmıyorum. Onların yazar olduğu ortamda ben filozof olurum be. Bu insanlar kendi meslekleri hakkında bile bir şey yazamazlar. Yazdıkları en işe yarar şey sevgilimden ayrıldım anlarıdır. Bu dönem ne kadar saçma düşünce varsa kafalarında boşaltırlar ve tabi bir haftaya çoğunu silerler. Arkadaşlarınızın bu tarz yazılarını okumak da gerçekten ilginç oluyor. 

TRT Diyanet diye bir kanal varmış. Devletin bu işlerle uğraşmasının bir skandal olması bir yana bu kanalın canım TRT Anadolu'yu öldürmesi de üzücü. Önceden Gülşen Abi izlediğimiz Kanalda Kendimize Doğru'yu görmek bize laik Ferit nidaları attırıyor. 

Ekranella denen finansörü belirsiz yapılanma hala daha ATV ve TRT hatta Show TV dizilerini yazmıyor. Hayatı D, Fox ve Star'dan ibaret olan yapılanmamıza Ruhumun Aynası'ndaki gereksiz övgünün nedenini gerçekten sormak istiyoruz. Kısacası fazla okumamanız dileklerimle (öneri değil temenni). 

Çanak antensiz yazlık kalmamış. Her yerde karşımıza çıkan çanaklara tez zamanda hoşçakal demek istiyoruz. Bi DVB-T vardı ne oldu ona. 

Amerika'da Ceolar şirket batarsa önceden anlaştıkları yüksek tazminatı (100lerce milyon dolar) alıp çekip gidiyorlarmış. Buna da Altın Anlaşma deniyormuş. Olan yine küçük işçiye oluyormuş. Zengin hep zengin be abi. Yalnız bu durum Ceolar için şirket batırmayı yüksek menfaat icabı yapma durumu doğuruyormuş. Buda Ceoların artık gökten ınme değil şirketin çekirdek kadrosundan çıkma aidiyet sahibi kişilerden seçilmesine yol açıyormuş. 

X-Men' in son filmi eski kadronun büyük ihtimal son filmi olacak gibi duruyor. Magneto oldu 80 zaten normal yani. 

TRT'nin Hayat Yokuşu isimli Ramazan dizisi bu olmamış dedirtti. Cem Davran in acıların çocuğunu oynadığı dizi bağlantımız klişe senaryosu ve talihsiz serüvenler havası nedeniyle seyirciye dokunamadı. Bir de Ayfer'in rezil oyunculuğu devreye girince gerçekten olmadı. Olan Külhan'a oldu.


5 Ağustos 2014 Salı

Bunu Siz Istediniz

Yaz sezonunu açıldıktan bir süre sonra yazılarımın konu ve üslup olarak farklılaştığını hepiniz fark etmişsinizdir. Bunu sebebi yazın insanların yaşayış şekilleri ve okuma alışkanlıklarının değişmesi ile rahatça açıklayabiliriz (1100 kelimelik reality şov yazımı açıklamak ise beni aşıyor.) . Birtakım okurlar bu durumu sevdi bir takım okurlar ise iyice light yazar oldun dedi. Ben bu tepkilere rağmen ve tepkiler dolayısıyla yaz boyunca bu tutumu ve üslubu koruma kararı almıştım. Ancak son yayınladığım Beyinsiz adam yazımdan sonra garip garip tepkiler aldım. Kimi Filistin'i yazamayan Siyonist dedi kimi dünyada bu kadar kötü olay varken senin böyle bir üslup kullanman acınızı dedi. Bazıları toplumsal olaylara karşı iğrenç bir sosyopat olmakla itham etti beni. Bu yorumlardan bazılarını arkadaşım dediğim kimselerin yapması da ayrı üzdü beni. O yüzden bu yazıda öncelikle bu tutumumun nedeni anlatacak ondan sonra da kendi hayatımdan üzücü bir anıyla isteğinizi bir nebze de olsa gerçekleştirmiş olacağım.
     Öncelikle bir gazetecinin meşhur bir sözüyle başlayalım. Eğer gerçek bir yazar olsaydım savaşları önleyebilirdim, diyor yazar. Yazarın etkisinin bu boyuta ulaştığı zamanları görmek umuduyla yaşıyorum ben de yıllardır. Herkesin okuyup (belki görüp) etkisi altında kalacağı çeşitli şekillerde yaşam tarzları üzerinde etkili bir kitap okudum hayatım değişti düsturundan çok daha fazlasını isteyen toplumsal bir güçle dünyanın kaderini değiştirecek kitaplar ve yazarların çıkmış ve çıkacak olduğuna hala inanıyorum. Bu insanlardan bu konularda her an yazı bekliyorum ve en önemlisi bu beni suçlayan arkadaşların aksine haddimi bilip onların işine burnumu sokmaktan kaçınıyorum. Zor bir şey mi olduğunu sanıyorsunuz blogu kahrolsun İsrail veya diğer işidi kınayan capslerle donatıp buradan çılgınca hit ve yorum almak. O kadar kolayki şu paragrafı yazacağıma beş tane böyle yazı hazırlayıp yayınlamıştım. Yıllardır Facebook ve twitter'da durmadan bir şeyler kınayıp bir şeylere sahip çıkıyorsunuz peki ne değişti. Hiç çünkü siz gerçek yazar değilsiniz ve bu yaptığınız kepazelikler ile gerçek yazarların gözükmesinde önlüyorsunuz. Ben gerçek yazar olmadığımı bildiğim için yazmazken sizin yaptığınız kepazeliğe bir de güç demeniz insanın midesini gerçekten bulandırıyor. Sizin olduğunuz dünya da gerçek yazar yaşamaz derdim ama o yetişmesi benim tek umudum. 
Alın Size Ağlak Yazı
     İstanbul'a taşınalı bir ay olmuştu. Gideceğim okul (Florya) açılma zamanı gelmişti. Yüzme havuzu ve8 gerçek potayı yapısıyla tam bir zengin okulu olduğunu gösteren okulumda yaşadığım ilk günler ise tam bir felaketi. 
       Ilk günden başlayalım okula ilk gün oldukça erken gelmiştik istanbul trafiği korkusuyla orada ben ve Oğulcan'dan başka kimsenin yarım içinde gelmemesi beynimde çeşitli düşüncelerin uçuşmasına yol açsa da yaklaşık 45 dakika sonra gelen 4a sınıfının ahalisi ile kaynaşma çabasına girmişken bir kızın nerede oturuyorsun sorusu üzerine Zeytinburnu demem ile yola 2 saat önceden çıkmış olmalısın kaçta kalktın soru bombardımanındayken ağzımdan sen nerede oturuyorsun sorusu çıktı. Kızın cevabı şenlikköy stadının arkası olunca ise çeşitli alaylara ve baban işsizimi (sen fakir misinin kibarı) şeylerine maruz kalarak sınıfa çıktık. 
         Sınıfa çıktığımızda öğretmen yeni gelen 3 çocuktan kendilerini tanıtmalarını istedi. Biri çeşitli döviz büroları ve galerileri olan mafyatik bir adamın en büyük çocuğuydu. Diğeri ise Işık Lisesi diye herkesin wow dediği bir yerden gelmişti. Ben ise Gebze'den gelmiş bir memur çocuğu olduğumu söyledim. Babamin işi onları heyecanlandırsada 4. Sınıf çocuğu için asıl olanın materyalizm olduğu gerçeği etkiyi söndürmüştü. 
          Dersin tenefüsünde çocuklar ayakkabılarını konuşuyorlardı. Ben de kinetix ayakkabılarımla konuya dahil olmaya çabaladım. Verdikleri cevap Nike Adidas hariç marka yoktur temalı tepkiler aldım. 
           Öğle yemeği için yemekhaneye indiğimimde beni büyük bir sürpriz daha bekliyordu. Bu mahluklar yemeklerini kendileri yiyemiyorlardı. Benim hatır hutur yediğimi gören Su'lu isimli bir kız sen hakikaten fakirmişsin dedi. Gol üstüne gol yiyordum bu materyelist egoist manyaklardan pilava ketçap sıkmama isteğimi bile hor görmüşlerdi. Öğleden sonraki ders matematikte çılgın atınca söyleyecek bir şeyleri kalmamıştı. Intikamını İngilizce dersinde almaya kalktılar ama bu şımarık salaklar hakikaten salaktı. 
           Çeşitli goller ve ders alanındaki başarılarla ilk günü neredeyse nötr tamamlayacakken okul servislerinin açıklanmasıyla yenilgiyi kabullenmiştim. Benim servis Doğan Slx olunca millet tabi ah yazık nidaları atmaya başladı. 
            2. Gün verilen kağıtta yazan 4a sınıfı yüzme dersinin başlama günüydü. Yüzme çantalarımızla geldik. Herkes mayorsunuz giydi bonesini taktı. O da ne erkeklerin mayoların hepsi silip boneler şuan adını hatırlamadığım bir marka benim ise mayom şort bonem ise markasız. Yine bir dalga nöbetiyle karşılaştıktan sonra bir de yüzme bilmemem ile dalga geçmeleri (bilmeme değil aslında o zamana kadar ek ekipmansız yüzememe). Garip bir şekilde günüm bu olayla son bulurken bu çocukların beni aslında sevdiğini fark etmem beni sosyolojiye iten sebeplerden biridir. Ondan sonra yıllarca bu çocuklarla çok iyi arkadaş olduk ancak size önerim materyalizmin tavan 3. Ve 4. Sınıfta okuyan çocuklarınızı sizden maddi olarak üst seviyede olan çocukların yoğunlukta olduğu okullara yollamayın. 5. Sınıfta verin 1 de verin ama en ideali 6. Sınıftır onu da belirteyim.