24 Eylül 2014 Çarşamba

Neden Sosyoloji Okuyorum

Bunu bir yazı serisi haline dönüştürmeyi planlıyorum. Amacım sizin neyi neden yaptığınız konusunda düşünmeye başlamanız. Bunu bu kadar büyük ölçekli (makro mu deseydim...) düşünmek zorunluluğu da yok. Hayatta en çok atladığımız şey neden sorusu? Bu durumun bizi mutsuz yaptığını söyleyenler var, ama bence asıl düşünürsek mutsuz oluruz. Sürekli Ayna şarkısı dinleyen bir insanın böyle nedenli ahkamlarını görünce samimiyetsiz bulacaksınız belki. Aslında bunu da düşünmemiş olacaksınız. Kendi kendine gelin güvey olmaktan ölmekmiş yazarlık onu şu an anladım. Aşkın nedensizliği üzerine şarkılar yazıyor gibi görünebilir ancak sadece bir şarkıda tılsımın nedir bilemedin diyor... Neyse baya saçma oldu. Evet ikiyüzlüyüm!
     Bu sefer nispeten yakın bir tarihten bahsedeceğiz. Lise yıllarımdan. Lisenin de üçüncü sınıfından. Felsefe dersinden. Yıllardır izci kadın olarak bildiğim öğretmenin felsefe dersi veriyor olmasından dolayı başlayan şaşkınlığımı insanların belirsiz konular hakkında bu kadar çok konuşabildiğini görmemle katlanmıştı. Yıllarca sözelci çocuk olarak yaşamımı sürdürdükten sonra felsefe denen şeyi bu kadar anlamamam gerçekten beni üzmüş ve kendimi yıllar sonra ilk defa sen matematikçi adamsın demiştim. Artık belli şeyleri kabullenmeye başlamış ve kendimi biraz da gerizekalı görmeye başlamıştım. Tabi ki hayat benim kabullerimle yürümüyorum.
     Aslında kabullenmemin artık kesin olduğunu zannettiğim bir gündü. 3 ders zorunlu performans ödevimi yapmış ve yine rezalet bir performans sergilemiştim. Estetik hakkında rezalet bir sunum yapıp çoğu şeyi anlatamayıp ve daha az şeyi anlamayıp bitirmiştim. Çok da düşük olmayan notumu almış ve yılın geri kalanını derste vakit öldürüp sınavda ne çıkacak hocam diye ümitsiz sorular sormak üzere kendimi hazırlamıştım. Böyle güzel güzel giderken Öğretmenim gelip hiç konuşmayanlar var onlara bu konuda söz vermek istiyorum dedi. Bir kaç devamlı konuşmacı konuşmasını yaptıktan sonra konuşmayan insanlara sıra geldi. Konuşmayanlar utangaçlıktan konuşmuyordu tabi. Ben hariç. Kalkıp genele uyan itirazsız konuşmalar yaptılar. Sıra bana gelmişti. Ben bir şeyler gevelemeye çalıştım. Normalde zaten herkes temel anlamda aynı şeyi söylemişti. Cümleler süslü olunca farklı gibi anlaşılıyordu ama benim gibi düz sayısalcı adam bunu anlamıyordu. Orada ben (ne üstüme vazifeyse) herkes aynı şeyi söyledi dedim. Benim bir daha tekrar etmeme gerek yok. O zaman sen farklı bir şey söyle deyince ise yanıtım bu kadar insandan daha akıllı olamam oldu (Kinaye falan yapmıyordum.). O zaman sen de söyle o aynı şeyleri deyince ise söylemeye çalıştım ve söyleyemedim. Gerçekten ağzımdan çıkmadı. Başıma çok sık olmasada arada bir gelen bu durumu kanıksamış bir zafer gülüşü beklerken öğretmenin ben sosyoloji okudum insanları iyi gözlemlerim seni de sene başından beri gözlemliyorum ve seni sözel konulara ilgisiz buluyorum dedi. Bir sosyoloğun bu kadar sığ düşünmesi ve bunu söyleyen insanın az önce bana farklı ol demesi çelişkisi içerisindeyken biraz küstahça davrandığımı düşünüp sustum. Zafer kazanmış hocanın ise susmaya niyeti yoktu. Bana bir şeyler yazmaya çalış dedi. Kendine sosyolog diyen bir kadının bir insan hakkında bu kadar yanlış düşünmesi beni sinirlendirdi ama yıllardır yazma eylemini gerçekleştiren bana sen hiç yazmamışsındır demesi beni çıldırttı.
   Nerede hata yapıyorum diye düşünürken şu felsefe hakkında bir şeyler okuyayım dedim. Sophie'nin Dünyası kitabını aldım ve okumaya başladım. Okuyordum ve sıkılıyordum. Kafamı gerçekten vermediğimde okuduğumu hatırlamadığım bu kitap hakkında okuyan bir arkadaşımın da 3 günde bitirdim demesi ile kitabı fırlatıp attım. Hissettiğim tek duygu acizlikti. Biraz ağladım ve o dünyada olmayacağımı düşündüm. Hayal kuran düşünen insanlar arasında. Ot gibi bir yaşam süreceğimi kabul etmiştim. Aslında kabul etmemişim. O yollardan geçmek istemişim. Bana yaz diye öneride bulunan hocadan iyi olduğumu onun yolundan giderek göstermeyi düşünmüşüm. O günlerde yaşadığım çaresizlik yüzünden yazmak konusunda da hevesim kırıldı ve iğrenç haberimsi yazılar yazdım. Bir dönemde hiç yazmadım ama savaşan bir tarafım varmış ki beni sosyoloji okumaya itti ve kalemimi yeniden elime almamı sağladı. Hala insanların tartışırlarken aynı şeyleri söylediğini düşünüyorum ve bunu bir takım yazılarda (ZİYAA) anlatmaya çalıştım. Belki de bunun hakkında bir kitap yazıp sosyolog öğretmenime okutacağım. Belki de onu yazabilmek için okuyorum.
     Yazarken asıl amacımın yazmaya dönmek olduğunu anladım. Uzun lafın kısası yeniden yazabilmek için sosyoloji okumaya başlamışım. Özgüvenimi geri kazanmam için bilinçaltımın bana oynadığı bir ilizyonmuş sosyoloji okumam yani. Yoksa bu kadar kabullenmişlikle işletme okumam kaçınılmaz olurdu!

Not:Biliyorum kalite yerlerde ama yapacak bir şey yok!..

19 Eylül 2014 Cuma

Neden Mühendislik Okuyorum

Bildiğiniz gibi okullar açıldı ve yeni bir maceraya atıldım. Şuan için pek bir şey anlamasam da yorgunluğun fiziksel kaldığını görsem de. Üst sınıflardaki tiplerin sığlığını duysam da yine de umutluyum. Neyse konumuz bu değil. Konumuz benim neden buraya geldiğim. Psikoloji,hukuk ve hatta tıp neden okumadım? Neden bunlar gibi belli ölçüde ilgilendiğim hatta ailemin yıllardır ilgilendiği bölümler varken mühendislik okumayı tercih ettim? Düne kadar bu soruya yanıtım hiç kimseyi tatmin etmeyen biraz yapmacık şeylerdi:
  • Ben ömür boyu çalışmak için, belli bir zamandan sonra birikimimim üzerine yatmamak için burayı seçtim.
  • Patron olsam bile asla gerçek manada patron olmamak için
  • Seviyorum be bu işleri
  • Beni küçükken elektrik çarptı bilgisayardan, ben de bana çarpan şeyden uzak kalmayı seçtim bir süre ancak sonra anladım ki bu zamanda bilgisayardan bağımsız bir hayat düşünülemez. Bende hayatı yakalamak beni  neyin çarptığını bulmak için buraya geldim. (Son derece etkileyici çarpmalı marpmalı kısmen de doğru olan önermeyi pek kullanmamayı tercih ediyorum.)
Bu şekil aslında bir şeyler söyleyen ama genel anlamda soyut kalan şeyler gördüğünüz gibi. Peki gerçeği ne diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Dün metrobüste Florya anansonu duyunca ve karşımda gözlüklü zayıf bir çocuk görünce birden hatırladığım bir olay yüzünden okuduğumu anladım. Kaseti yaklaşık yedi yıl önceye saralım:
     Okulun ilk haftası bitmiş. İkinci haftasının hangi günü olduğunu hatırlamadığım bir günündeydik. Müdür yardımcımız yedinci dersin başında bizden spor salonuna inmemizi istedi. Çok da heyecanlıydı. Ne diye sorduğumuzda ise; hayatınızı değiştirecek çok güzel ve eğlenceli bir şey dedi. Aşağıya indiğimizde sadece bizim sınıfa has bir şey olmadığını anladık. Okuldaki bütün ortaokul öğrencilerini toplamışlardı. Herkes okulun bu ilk günlerinde yine ne bela çıkacak başımıza diye tedirgin bir şekilde bekliyorlardı. Daha önce oryantasyona orient-tasyon diyen bir hocaya sahip olduğumuz için yaşadığımız tedirgin bekleyişi şu an haklı bir biçimde yaşıyorduk. 
     Bir adam çıktı ve konuşmaya başladı. Klasik sunum yapma tekniğiyle başladı. Elektronik, bilgisayarlar falan diyerek başladı. Konuya da çağımızın yegane uğraşı diyerek girdi. Robotik kulubü kuruluyordu. Şuan düşünüyorum da adam tam bir profesyoneldi. Bu kulüpte neler yapacağımızı anlatırken radyo kontrollü robot diyerek söze başladı. Radyo kontrolü deyince küçük ortaokullu çocuklar olarak radyodan kontrol edebileceğimiz robot gibi şeyler düşündük. Ondan sonra adam tabiki sesle kontrol edilebilen robot dedi (Nasıl yapılacağı hakkında hala fikrim yok:).) . Ondan sonra bizim çılgınca etkilendiğimizi görünce çizgide yürüyen robot dedi ve bunu kendi okulumuzda bile gördüğümüz için pek etkilenmedik. Bunu fark edince programlamayı size sadece temel seviyede değil orta düzeyde öğreteceğiz dedi ve can alıcı cümle, Bu kulüpten sonra evde kendi robotlarınızı yapacaksınız (bağımsızlığa yapılan vurgu çok kıymetli adam tam pazarlamacı). Referanslarını vermeye başladı şu kolejde çalıştığım çocuklar Tübitak'tan şunu bunu kazandı. Kulübe gelenler çoğu Elektronik, bilgisayar gibi mühendisliklere yerleşti (Veliden para alırken söylenecek sözler... Herkesin pazarlamacı olduğu bir ütopya yazma planım var aman hatırlatın!) . Yanımda oturan Sloukas ve Biri gerçekten etkilenmiş görünüyorlardı. Hatta Sloukas bunu alınca hayata önde başlayacağız zaten ingilizcemiz var gibi cümleler kuruyordu. Biri ise hayatının fırsatının bu olduğunu söylüyordu. Bilgisayarcı arkadaşımız Hundan Sonra ise biraz sonra çıkarılacak faturayı sezmiş ve savunma moduna geçmişti bile; bunlarla uğraşacağıma bilgisayarımdan web programla ile uğraşırım hiç değilse para kazanırım diyordu. Sloukas ise Hundan Sonra'ya geleceğini yakarsın mühendis olamazsın gibi şeyler söyledi. Bana niyeyse koçum diyip fikrimi sordu Sloukas. Benim yanıtım ise netti pahalıdır yahu. Yekten söylemek gibi bir özelliğim olduğunu bilirsiniz çoğu zaman bu sayede sinir bozucu olurum bu sefer de sinir bozucu olmaması gerekirken Sloukas'ın sinirleri yine bozulmuştu (Şartlı refleks olmuş adamda be!). Bana üç kuruş paranın hesabını yaptığımı bunun hayatımı değiştirecek şey olduğunu söyledi. 
      Konuşmacı adam konuşmasın sonuna gelmiş ve sorularımızı almaya başlamıştı. Her kolejde bulunan ikiz izcilerin sorusuyla salonda garip anlar yaşadı. Ücretini sormuşlardı ki bu çocuklar Şenlikköy'ün göbeğinde oturuyorlardı. Adam söyleyecekken müdür yardımcımız onu sonra açıklayacağız şimdi söylemeyelim dedi. Çok pahalı olacaktı çok. Sloukas'ın etkilenmesi ise sanırım kalıcıydı. Ne olursa olsun gideceğim diyordu. Biri de çok istekliydi (Şiir okumasıyla meşhur robotçu!). Evlerimize dağıldık.
      Ertesi gün 3000$ olduğuna yönelik rivayetler dolaştı. Bir çok kişi vazgezmişti bile. Hundan Sonra yine haklı çıkmıştı. Ondan sonra öğrencilerimiz arasında ayrımcılık yaratacağı ve zenginlere karşı bir nefret oluşturacağı gerekçesiyle iptal olduğunu söylediler. Tabii bundan önce kamuoyu yoklaması anlamında kaç kişi robotik kulubü istiyor diye parmaklı sayıp yaptırdıktan sonra. Bir rivayete göre tüm ortaokullardan sadece beş kişi istemediğini söylemiş. Böyle olunca da iptal etmişlerdi. 
      Biri ve diğer havesliler bunu unutma yolunu seçerken Sloukas ise bastırıyordu. Hangi okulda var başka parasını verip o okulda gideyim ben bunun için doğduğumu anladım gibi şeyler söylemiş hocaya. Hoca da başta tamam demiş ve adamların bağlantılı olduğu en yakın okulu söylemiş. Sloukas'ın annesi de gidip konuşmuş ve böyle bir şeye ancak okulumuzda okursa izin verebileceklerini söylemiş. Sloukas gitmeye hazırdı ama bizim niye olduğunu anlamadığım ama içten gelen gitme fikrimize kapılıp kaldı. Hayatının fırsatını kaçırdığını düşünüyordu o günden sonra bir daha fen dersini dinlemedi. Şu an da Gemi Güverte mi ne okuyor. Biri fotoğrafçılık okuyor. Hundan Sonra ise Mekatronik okuyor. Yani ben ve Hundan Sonra ulaşamayacağımızı anladığımız için dolambaçlı bir yoldan da olsa ulaşmayı tercih ettik ama zenginler ise o şey olmayınca ona direkt küstüler. Eğer Sloukas bunu günlerce konuşmasıydı belki de şu an Hukuk veya Psikoloji okuyor olacaktım. Önünüze fırsat diye sunulan ama ulaşamayacağını düşündüğünüz şeyler gerçekten fırsatımız olabilir unutmayın. Gemi Güverte okuyunca tekstilci olunuyormuş bir de unutmadan:).

17 Eylül 2014 Çarşamba

Ben Yazmam Haddim Değil----1---- Psikoloji 1. Sınıf Öğrencisi Ferit Zegeman'ın Hayatı

Herkese söylüyordu psikoloji okumaya lise 2'de karar verdim diye. Kısmen de doğru söylüyordu. Lise 2'de Tm seçmişti. Gerçi sözel olsa onu seçerdi ama bu konuşmak istemediği bir konu. Etrafındaki ben mühendis olacağım insanlarından bıkmıştı daha lisenin ilk yılında belki de ondandı Tm'yi seçmesinin nedeni yada Sosyal psikolojik açıdan yaklaşırsak yeni insanlar yakınlık kurma zorunluluğu ve zorluğu yüzünden de Psikoloji'ye yönelmiş olabilirdi. Yıllarca Mühendis olacağım araba yapacağım, uçak tasarlayacağım (dikkat araba yapılıyor uçak tasarlanıyor eşyaların kastı bu olsa gerek),yazılımcı olacağım falan diğen sayısalcı arkadaşlarının hepsinin tıpa yönelmesini sosyal psikolojiyle açıklayamasa da Freud'un bizi oluşturan üç şey temasına yaslanarak durumu kurtarmıştı.
   Nasıl mı açıklamıştı? En baştan başlayalım. Freud, id, ego ve süperego kavramlarının topluca bizim benliğimizi oluşturduğunu söyler. Kısaca İd hayvansal yanlarımız, ego bilincimiz gibi bir şey (ben yazamam deseymişim başlıkta keşke neyse!) ve süperego yani dışarıdan gelen kurallar, normlar,yasaklar. Bu kendini mucit sanan kardeşlerimizde egoları mühendis ol derken İd'leri mühendislikte aç kalabilme ihtimalin düşük ve hayvan dediğin garantiye gider macera yaşamaz;demiştir. Çevreden (süperego) de doktorluk telkinleri duyunca ister istemez Tıpa yönelmiştir. Bunu zorla diye düşünenler olacak bilhassa kendi bilinciyle. Tabi buradaki 2-1 galibiyet gibi gözüken cahilce bir yaklaşımdı ama ne yapsın daha birinci sınıf öğrencisiydi.
     Neyse ne diyorduk, psikolijyi seçme mevzusu... Lise sona geldiğinde Tm'de hangi mesleklerin olduğuna baktı. Savcılık, hakimlik,diplomatlık,valilik,çeşitli öğretmenlikleri görünce Tm'nin açılımının tam memurluk olabileceğini düşündü. Memur olmayı kendine kabul ettirmeye çalışırken son anda kız mesleği olarak olduğu psikolojiye bir göz atmayı düşündü ve sevdiğini fark etti. Herkes biraz psikologtur derdi annesi zaten hem onu da mutlu etmiş olurdu (süperego). O zamanlar devlete girmemek için yapılan asilik olarak görüyordu tabi anne düşüncesi psikoloji okuduktan sonra geldi. Psikolojiyi seçme hikayesi bu kadar psikolojikti işte...
     --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

O gün kız arkadaşıyla bulaşacaktı. Liseden değildi,bu sene tanışmışlardı. Psikoloji okumuyordu ama işletme okuyordu. Süperegosunu ve idini tatmin etmeyen bu bölümde okuması onu okula zor giden bir insan yapmıştı. Ona bu isteksizliğinin sebebini bu şekilde açıklayınca sadece gülmüştü. İşletme'nin içinde gizli bir geçiştirme anlamı olduğunu seziyordu. Bunları konuşması gerektiğini bu konuları dillendirmemesi halinde öbür boyu mutsuz amaçsız bir insan olacağını söyledim. O ise buradan sadece onu düşündüğüm anlamını çıkarıp kaygılarımı görmezden gelmişti. Biraz daha zorlasam parmağını emip ağlamaya başlayabilir diye düşünerek sustu. Hiç görmemişti böyle bir şey ama Freud söylemişti bunu başkası olsa neyse... O gün buluşup sinemaya gideceklerdi. Yani kış günü ne yapılır ki başka. Karşılaşıp film seçmek istememişti arkadaşı. Neden olabilir diye düşündüğünde hüküm verici bazen suçlayıcı konuşmaları gelmişti aklına. Psikolog adayıydı bunu yapmalıydı.  Onun iyiliği içindi zaten bunlar. Ondan ayrılabileceğini düşündü hayır tam tersi bu özelliği yüzünden ayrılamıyordu zaten. Babası hakkında beni hiç beğenmiyor hep kusurumu arıyor diyordu. Oedipal açıdan ayrılması imkansızdı yani. Tek bir parametreden bakmak sağlıksız gibi gözüksede yaşamın temeli buydu. Babasına bir de fiziksel olarak benziyorsa ayrılma ihtimalinin sıfıra yaklaşacağını düşündü. Yeşilköy, Yenibosna ve hatta Ataköy'de olduğuna yönelik rivayetler olan Airport Avm'de buluştular. Milkshakelerini alıp oturdular. Ferit babasının fiziksel özellikleri hakkında bilgi almak için babam da seni merak ediyor diye bir cümle kurdu. Ne diye böyle bir cümle kurmuştu şimdi. Bu cümleyi kurmasının sebebi onunla evlenmek istemesimiydi. Psikolojik olarak baktığımızda bilinçaltının bu tepkisi onu korkutmuştu. Arkadaşı da ne diyeceğini bilemez bir şekilde şaşırmış yüz ifadesi ile ona bakıyordu. Battı balık yan gider diyerekten baban sana benziyor mu sorusunu atlayıp direkt olarak baban bana benziyor mu dedi. Bunun geçiştirme sınırını aştığını arkadaşı tuhaf bir fırtına öncesi sessizlik halindeydi. Ferit ise kararını vermişti ondan ayrılacaktı. Ondan ayrılmasının nedeni içten içe istediği evliliğe ayrılığın birlikteliklerinden daha çok yaklaştıracağını düşünmesi idi. Oedipal olarak iyiydi. Bu ayrılıkla sosyal psikoloji açısından da toparlayacaktı kendini. Zor olana yatkınlık, yakınlık,sevgi sosyal psikolojinin temeliydi. Risk mi alıyordu. Hayır. Çünkü o psikolojiye inanıyordu. Ömrünü psikolojiye adamış bir insanın bunu yapması normal olmalıydı hem başarılı olursa torunlara anlatacak çok güzel bir hikaye olurdu. Yalnız hala bir problem vardı. Bu kurduğu son iki cümleden sonra bir de ayrılalım derse deli imajının üzerine yerleşeceğini düşündü. Hiçbir şey olmamış gibi yeni Robocop güzel olmuş diyorlar istiyorsan ona gidelim dedi. Zamanın sakinleştirdiği arkadaşı ise bir şey söylemek isteyip aynı anda derin nefes alma yöntemiyle bir şeylerin ters gittiğini ama hadi bakalım dediğini anlatmak istedi. Filmden sonra film hakkında eğlenceli sohbet faslı sürerken ve olaylar unutulmuş gözükürken ayrılalım diye söyledi. Böylece hem söylediklerini ayrılığın ön hazırlığı olarak görecek hem de eğlenirlerken ayrıldığı için hep eğleniyorduk algısını da yanına almıştı. Değişik bir gün geçirmişti. Yine biraz acı çekmeliydi eve 98 ile gelmenin yeterli işkenceyi sağlayacağını düşünerek üst geçide doğru yürüdü. Gözden kaybolmamıştı ama bugün için anlatılacak hikayesi kalmamıştı.
Not:Başka biri devam edip kendi bloğunda yayınlayabilir eğer kimse yazmaya yanaşmazsa yine ben yazmak zorunda kalabilirim ki bu benim açımdan hiç iyi olmaz. Psikoloji benim alanım değil ve eğer ona yönelirsem....!

15 Eylül 2014 Pazartesi

Başlarken----1---- İnternet

Bildiğiniz gibi sosyal bilimcilerin her şeyi belli kategorilere ayırma tanımlama gibi huyları vardır.Bunları yaparken ince eleyip sık dokurlar ancak kesin yargıya varmak sosyal bilimlerin doğasına aykırı olduğu için tam olarak doğru olmaz. Ancak eğer doğru olarak kabul ederseniz önünüze yepyeni dünyalar açılır. Bir şeyi tanımlamadan üzerine konuşmak fencilere özgü (!) neyse bu cümleyi fazla ciddiye almadan konuya girelim. Bende tam da yeni bir başlangıç yapacakken bu konuda daha kirlenmeden bir yazı yazma ihtiyacı hissettim. Özelllikle bir yıldır bu konulara özellikle girmemeye çalışıyordum ama artık bir önce sonra karşılaştırması yapmak için bu konulara girmeye başlayacağım ama merak etmeyin sadece iki aylık bir dönem ondan rutin (!) akışımıza geri döneceğiz. Artık konuya gelecek olursak Neill Postman nasıl televizyonu tanımlayıp belli kabullerle ona bir çerçeve çizdiyse ben de aynı şeyi internet için yapmaya çalışacağım. Elbette benim yazım sınırlı, önyargılı ve hep eleştirdiğim biçimde kalıplaşmış (halkın ezberi... avam diyeydin havalı oluyor.) bir yazı olacak biraz da cahilce olacak ama biz de zaten bunu istiyoruz.
     İnterneti anlatmaya icadından (icat denmez de şu an cahilim.) bailamak anlamsız olur. Aynı şekilde kronolojik olarak anlatmak da manasız. Anlatmaya o dönem neler vardı imkanlar neydi şeklinde bakarak konuşulabilir? Ortadan bir yerden başlamak pahasına Geocities demek istiyorum. Geocities'i hepimiz hatırlarız. Burada basit genelde üç beş satır yazı ve bir iki resimden oluşan kendi sitelerimizi yapıyorduk. Buradan başlamamın sebebi bizi yayıncı yaptı klişesine sığınmak değil! Burada normalde akademiğimsi kalıcı yazıların olması beklenir.Çünkü güncellenmesi zor ve hantal bir sistem. Anlık olarak haber de girilemez bu açıdan. Ancak burada akademik yazılardan çok (benim gördüğüm kadarıyla) o zamanın popüler filmi dizisi hakkında çoğunlukla yorumsuz kuru bir bilgi biraz da ben sevdim şundan sevmedim sosu eşliğinde bilgiler bulunmakta. Bu bilgiler bilimsel olmak uzak ama haber de değiller. Nasıl şeyler olduğunu şöyle açıklayabiliriz:
Ben bir dizi izliyorum bu dizide oynayan insanlardan birini çok seviyorum. Dizinin başlangıcında da isimler oyuncuların altında yazmıyor. Böyle bir durumda hemen Geocities'e başvuruyorum. İlgili siteyi açıyorum ve oradan istediğim bilgiyi alıyorum. Wikipedia'dan farkı ne diyecek olursak amacı ansiklopedi olmak değil bilgi vermek. Bu haberimsi bilgiyi unutmayalım cebimizde bulunsun.
     İkinci olarak blog kavramından bahsedelim. Bloglar da bildiğiniz gibi çoğunlukla günlük olarak yazılmaz. Haber vermekten çok yine bilgi haber arası bir formatı benimserler. Hatta çoğu zaman onu da benimsemeyip günlük şeklinde tutulur (hangi manyak özelini internete yazıyorsa artık!).Akademik olmaktan yine uzaktır ve en az geocities kadar haber değildir. Biraz düşününce geocites'in bireylerin hayatını anlatan versiyonu olarak düşünülebilir ama oraya kadar gitmeyelim.
     Forum kavramına geçecek olursak burada bir sürü insanın birbirleriyle bilgi paylaşması üzerine bina edilen bir yapı görürüz. Bu yapıda ana amaç haberdar olmaktır. Bir şeyleri öğrenmektir. Bir şeyler hakkında chatimsi konuşmalar yapmaktır. Geocities ve blogdan hızlıdır ancak onlardan daha az güvenilirdir. Halen daha tutulmakta ve sevilmekte olan bir şeydir. Bilgi verir ama bizim gündelik bilgi dediğimiz şeye yoğunlaşmıştır (Şu şampuanı kullan saçın kabarır falan gibi). Haberler de paylaşılıp yorumlanır ama bu konuda televizyon ve radyoya yenilmeye mahkum olmaktan halen daha kurtulamamıştır.
     RSS denilen şey Firefox ile birlikte internet anlayışımızı tamamen değiştirmiştir. RSS'le artık haberleri cidden çılgın bir hızda alma olanağına kavuştuk. Hepimiz bir garip heyecan içinde bu hızdan sarhoş olarak her konuda saçma sapan haberler okumuşuzdur. Bu hevesleri hepimiz yaşadık evet. Ama sonra yine klasik olarak sevdiğimiz blogları takip etmeye başladık. Bu durum takip ettiğimiz yüzlerce blog sayesinde yavaşlığın hızını yaşadık. Bloglar belki haftada 1 veya 2 kere güncelleniyorlardı ancak 100 blog ve her biri farklı vakitlerde güncellenince bizi sadece onları okumaya yöneltti ve blogların altın çağı dediğimiz çağ yaşandı. Eğer Rss bize haber tabanlı bu hizmeti sunmasaydı şu an bu yazıyı okumuyor olacaktınız ve bende bir dandik forumun seksen bin mesajlı süper moderatörü olacaktım. Neyse ki Rss vardı. Uzun lafın kısası internet bir özünü korumuştu hatta özünün her şeyi olduğunu göstermişti.
    Msn dediğimiz Messenger mefhumuna gelecek olursak burada hız inanılmazdı ve genelde ıvır zıvır şeyler konuşup birbirimize gereksiz yere hava atar dururduk. Grup dediğimiz birden fazla kişinin olduğu şeylerde genelde bir konu hakkında derinlemesine konuşulmaya çalışılır ve genellikle kısa bir süre sonra sululaşırdı. Bunu önceki şeylerden biraz ayırmak zorundayız. O an bile değeri olmayan kısa süreli etkileme amaçlı bu konuşmalarda insanlar uzakları yakın edenin radyo olmadığını anladı. Burada internetten sadece haber alan insanların temeli atıldı.
     Buraya kadar internette var olan çeşitli kavramlar açısından internet hakkında çıkarımlar yapmaya çalıştık ve her zamanki gibi araya saçma sağan düşüncelerimi serptim. Ama kısaca söylemek istediğim internetin bir haber veya bilgi kaynağı olmadığı iksinin arası bir şey üzerinden var olan yaşayan bir kavram olmasıdır (Kavram yaşar mı cahil). İkisinin arasıdır. İkisi hakkında ayrı ayrı uzmanlaşmış siteler vardır ama bunlar geneli kapsamaz yada çok iyi sitelerdir. Haber sitelerinin çok tutuyor uçuyor kaçıyor diyecek olabilirsiniz ancak buna cevabım var olan medyanın eskimiş,kullanılmış,zapt edilmiş ve rutine binmiş hali dolayısıyladır. Haber siteleri internetten değil dönemin diğer şartlarından çıkmıştır yani. Kısaca internetin ham maddesinin ne olduğu hakkında bilgi verdikten sonra şimdi biraz daha açılalım ve forumun da internetin temeli olabileceğine dair bir kaç kelam edelim.
     Arama motorları adeta forumlar için yapılmıştır. Arama motorları hakkında çakma Seo uzmanlarının söylediği özgün içerik kavramı forumda her an üretilen şeydir. Makul çeşitli kelime kullanımı olduğundan bu forumlar senin Dokuz yüz etiket koyarak ulaşmaya çalıştığın şeye kolayca ulaşır. Bu ortamlarda etiket kullanımı ön plana çıkarılmaya çalışıldı ancak pek gerekli olmadığı anlaşıldı. Bu durum forumların saltanatın halen daha sürdüğü gibi bir algı oluşturmasın. Forum kavramı son derece eski olduğundan kendi kanunlarını ve kendi üslubunu yaratmıştır. Bu durum forumları belli alanlara kısıtlamış ve kullanan sayısını da azaltmıştır. Birde tabi ki kendi ismini kullanmama olayı var ki günümüzün youtube'da küfür arası oyun oynayıp utanmadan adını soyadını veren nesile gerçekten anlatılamayacak bir olaydır.  Ancak arama motorları her şeye rağmen hala forumları çılgınca sevmekteler ve artık twitter ve Facebook'ta bile iğrenç reklamlar çılgınca tt yaparım ve yaptım Whatsapp insanları oldukça forumun küçük dünyasına dönüş gittikçe hızlanıyor.
      Arama motorlarının yaygınluğının sonucunda haber sitelerinin yükselmesini düşündüğünüz zaman bayağı bir saçma olduğunu anlayacaksınız. Böyle hit odaklı bir sistemde haberler yukarı çıkana kadar eskir zaten diye düşünebiliriz. İlk başlarda tamamen ve halen kısmen doğruluğunu sürdürse de arama motorları günümüzde haber akışını da listeleyebilecek düzeye eriştiler. Ancak yine de bu  iş için tasarlanmamış oldukları için hep biraz aksak kalmaya mahkumlar (sosyal bilimci olsam işlevini yerine getiremez derdim, kıymetimi bilin yani).
      Kitlelerin benimsediği şeyler üzerinde gittik. Bence başka da çaremiz yoktu. bu yazıyı çılgınca uzatma imkanım var ancak artık kısa kesip zaten çok fazla olmayan bu yazı tarzı yazıları okuyan insanları iyice kaçırmamak için kısa bir şu anki trendlerden bahsedip kısa bir özetleme ile kapanışımızı yapacağız.
     Şuan hala ne haber içerikleri ne de bilimsel şeyler revaçta. Şu an hala eskinin iki arada bir derede kalan anlayışı hüküm sürmekte. Youtube çılgınlığı günlük bilgi ve hatta sadece tüketime yönelik şeyleri bize sunmakta. Küfür arası oyun oynayan çocukların egosu bende yok! Ki beni bilirsiniz... Bunun dışında Youtube'da çeşitli makyaj ve moda konuşulan videolar ön planda ancak zannetmeyin ki buralarda çok şey öğreniyorsunuz (belki göz makyajını öğrenirsiniz ama!) buralar genelde benim gardırobum, benim şifonyerim, çantamın içi tarzı bizzat kullanılan ürünlere verilen referanslardan ibaret. Önceden blogda yapılan bu hareketler kitlenin artık görselleşmesi yüzünden buralara geldi diye naif bir cümle kurmak isterdim ama buna inanmıyorum. Bir de benim de kocaman aynam olsa makyaj yapardım. Twitter'da ise parodi hesap denilen şeyler gerçekten iyi durumda. Direk sonuç almaya yönelik bu çalışma bizi Twitter'ın karakterini vermekte. Burada bir şeyin reklamını yapmak her zamankinden daha kolay. Fısıltı gazetesinin tam karşılığı olan Twitter'a moda vloggerlarımızı bekliyorum. Hem daha ne kadar el kremi değiştirebilirsiniz ki! Burada işlerin bilgi ve haber kavramlarından koptuğu gibi bir algı oluşabilir ama sadece eski anlayışların biraz fayda odaklı yenilenmesidir bu durum. Bu durum bilgiye mi yaklaştırır habere mi diyecek olursanız maalesef gündelik bilgiye çok yaklaştırmaktadır hatta bazen nasıl yapılır içeriği içermeyen vloggerların şu yeni çıkan şerefsizliğin yeni adı marka elçiliğinden (Brand Ambassador) başka bir şey olmadığını anlamak için insan olmaya bile gerek yok. Bu durum artarak devam edecek ve bende millete şerefsiz diyen dede olacağım ama ne yapayım ben böyleyim!
     Bitirirken amacımdan saptığımı düşünebilirsiniz ama bu kadar sert yazmasaydım bundan dört sonra okuduğumda gördüğüm yumuşak cümleler şu an ne düşündüğüm hakkında bana yanlış bilgiler verebilirdi. Yine kendi şovunu yapıyorsun diyorsanız size vereceğim yanıt en azından oyunda bölüm geçince kendimi Spiderman zannetmiyorum. İnternet haber de verir bilgi ama onu asıl güçlü kılan, içeriğinin çoğunu oluşturan haber- bilgi kırması şeylerdir ve son zamanlarda işin haber kısmı yerinde saymakla beraber bigi kısmı fazlasıyla gündelikleşmiştir. Peki ileride ne olacak diye düşünüyorsun diye soracak olursanız vereceğim cevap her yanımızın reklam olduğu ve bunu hiç yadırgamadığımız aksine eğlendiğimizi düşündüğümüz (Eğlenmek de bize öğretilmiştir diyenler de vardır NP) zamanlar gelecek ve artık komedi denen şeyin küfür gibi kelime bazında kalıplaşacağını da düşünmekteyim ki asıl tehlikeli olan da budur. Onun dışında herkesin eline bir mikrofon aldığı günde kendimizi de mikrofona iyiden iyiye alıştırmamızın vaktinin gelip de geçtiğini görmemiz de olasıdır. Cool denilen adamlar simülasyon oyunu oynayabilen adamlar olacak eninde sonunda ama siz yine de umudunuzu kaybetmeyin çünkü umutsuzluk en büyük günah!
     
 
   

10 Eylül 2014 Çarşamba

NoottlarrR


  • Carpe Diem yayınları şu içinde bulunduğumuz zaman da yaşayamması lazım normal şartlarda ancak arama motorlarının aptallığı sayesinde yaşamını uzunca bir süre daha devam ettirmesi garanti gibi. 
  • Rahatsız ezici üç yazımla insanları bir anda neden kendinden soğuttun diye soruyorsanız, kendimden soğutmadım bakış açısı kattım derim
  • Bloggerlığın zamanla televizyon ve az da olsa sinema yazarlığını evrildiğini görmek insanı gerçekten çıldırtıyor.
  • Okullar açılıyor ve ben hala mutluyum. Ne olduğunu bilmediğim bir umudum var hala!
  • Passolig saflarına katıldık bakalım. Biraz Passolig hakkında bilgi verelim de hit kazanalım!Her takımın kendi Passolig'i var. Passolig alınca temel olarak tüm takımların maçlarına bilet alabiliyorsunuz ama bazı özel maçlarda yada büyük takımların çoğu maçlarında takımlar sadece kendi passolig'ine sahip taraftara bilet verme insiyatifini kullanma yetkisine sahipler. Söylendiği gibi 15 lira ve şu son zamanların modası ön ödemeli kredi kartı mantığıyla çalışıyor. Ne diyelim takım tutmuyorum tutmam diye felsefe yaparken Başakşehirsporlu olduk çıktık.
  • Oğuz Savaş bu sene olacak herhalde. Ancak yine Semih ve Zoric'in arkasında kalması kesin gibi
  • Yedi güzel adamda artık ellilere dönüş olmayacakmış. Yine dandik sağ sol kavgası izlemeye mahkumuz yani. Dizinin adını bir çok bıyıklı adam olarak değiştirmek gerekli
  • Ekranella'nın günün köşesi uygulaması hoş olmuş. Yayın politikasını sevmesemde, hep belli kanalların dizilerine yer versede, yedi güzel adamı garip garip insanlara yazdırsada hakkını vermek lazım
  • 100 küsür yazılık bir blog sahibi olunca diğer bloggerlara mail atınca yada yazılarına yorum yapınca bir saygı görüyormuşsun. Artık saygınlığımız bile sanal. Ah bir televizyona çıkamadık ki!
  • Kaan Kural Vatan'dan ayrılmış yahu!Kendimi bildim bileli Vatan'da olan abimize hayatta başarılar. 
  • Çocukluğum Kerem Tunçeri'nin saçları döküldü, dökülüyor, dökülecek stresiyle geçti. Ama yıl olmuş 2014 adam hala yıkılıyo
  • Ahmet Enes, Erhan Güleryüz fanıymış yahu. Ben düşünmüştüm demek istiyorum
  • Twitter'da her işi yapan adamlardan sinir olmaya başladım. Günde 20 twitten fazlası adamı çıldırtıyor.
  • Yıllardır okudum diye yalan söylediğim (yalan değil aslında fas kitabını okudum) Afrikalı Leo'yu artık okuyacağım. Buraya da yazdım artık mecburum. Ülkemizde tereciye tere satmak gibi görülsede o konuları içeren kitaplar okumadığımız kesin. Ömer Hayyam'ı ve Endülüs Emeviler'i hakkında kaçınız bir türk yazarın kitabını okudu. Çevirilerde kötü değil ama niyeyse okuyamadım bu zamana kadar.
  • Gazete okumayı çok seven 9 yaşından beri gerçekten gazete okuyan bir insan olarak gazete okumayı bıraktım. Ayşe Arman 8 milyonuncu kez seks yazıyorsa garip garip adamlar kod yazmak çok önemli benim bebeler de kod yazıyor demeye başladıysa oradan hızlıca uzaklaşmak lazımdır diye düşündüm. Laubalilik ve Muhafazakarlıktan başka hiç bir şey yok gazetelerde yahu!
  • İzlanda'ya da rahat kaybettiğimize göre artık futbolu deli gibi para harcamaktan vazgeçebiliriz. Bölgesel ligler oynayalım yahu bu kadar faydasız sözde endüstri mi olur be!
  • Yarından itibaren metro yolculuğuna yeniden başlıyorum. Birde eşantiyon olarak Metrobüs kullanacağım haydi hayırlısı!Ulaşımda geçirilen zaman konusunda yepyeni rekorlar edineceğim. Ne diyelim hayat berbat!Başa dönelim Ne olduğunu bilmediğim bir umudum var hala!
  • Bu kadar garip garip yazı yazarken bir şey fark ettimki bu yazılar arasında hiç kadın karakter yok. Bir kaç karakterimsi var ama eksik yani. Nasıl muhafazakar bir bilinçaltım varsa artık. Şaka bir yana yeni nesil yazarlarda böyle bir sorun oluşabilir. Benden söylemesi...
  • Telefonuma son 1 yıldır oyun indirmediğimi fark ettim. Gerçekten yaşlandım galiba. Neyse Chess Free'deki yapay zeka alt levellerde yaptığı yapaylıkları son güncelleme ile bayağı azaltmış.Haydi bakalım
  • Nedir bu podcastsizlik yahu. Anıl teşvik ediyor diye bu kadar kaçılmazki be arkadaş. Ben iğrenç aksiyon filmi muhabbeti dinlemeye mahkummuyum be! Ki okulum dolayısıyla bu sene bol bol duyacağım galiba. Olaylara yabancı kalmamak için Tokyo Drift falan mı izleyeceğim bu yaştan sonra peh. Yeni Robocop romantikmiş zaten!
  • Moviemax'in sigara buzlaması gerçekten sıktı artık. Hem para veriyoruz hem garip garip sansürler yiyoruz. Eskiden böyle değildi yahu 2 sene önce bile böyle değildi
  • Kanald'deki günlük dizi alın yazım izlenir durumda yahu. Başroldeki kız bayapı bir yaşlı göstersede (sözde benle yaşıt!) izlenir. Ama sonuçta günlük dizi ve klasik entrika sarmalı yine başımızı sarmış durumda. Birde şu Yiğit'e hiç alışamadım yahu.Kürşat isminde kötü adamı da özlemişiz. Küçükken kendime rol model olarak Memoli Kürşat'ı almış biri olarak (tamamen fiziksel benzerlikten ötürü) heyecanlandım inşallah bu abi de garip garip gülüşler yapabiliyordur. İnsanların sinirini gülerek bozma yeteneği bize Memoli Kürşat sayesinde geçmiştir.
  • Bim'deki çalışan sayısında ciddi bir artış var gibi geldi. Hadi bakalım.
  • Hafta içi yalnız gittiğim avmlerde sürekli olarak personal zannedilmem. Bir gün şeytana uyup iskontolu iskontolu yemek yiyeceğim ondan korkuyorum
  • Bugün siteden çıkarken bir amcanın ehliyetsiz araba kullanma yavrum dediğini duydum. Evet bana diyordu. Sakalı kesince 10 yaşına dönüyorum galiba dostlar. Yedi Güzel Adam'dan birini rahat oynayabilrdim bu mantıkla!
  • Beni Böyle Sev ne olmuş yahu! Bir yığın yeni oyuncu ve onlarla bir bağlantı oluşturulmaya çalışılan eski karakterler bu sene son demek istiyorum. Yalnız Lara Fresca (kesin böyle yazılmıyordur ama üşendim bakmaya) reklamında oynayan kız var dizide yada varımsı diyelim. O kızı sevdim.net . Bir de Alper'in önceki dizisindeki Yılanbaş Eylül'e benzeyen bir kadın var yine yılanbaşlık yapacak. Belli rolleri belli tipler oynuyor bu durumda bana anca yancı garson kalır herhalde.
  • Sosyolojide'de 2. sınıf olduk bakalım. Ygs paragraf sorusunda bilgisayarlı sosyoloji diye bir şey olduğunu okuyunca çıldırmıştım. Hadi bakalım sonunda hiç bir şey olamamakta var. Ne iş olsa yaparım abi

Hep Hevesli (Yenal Arayan--3----

Hazır elinde kitap varken her doksanlar sonu yapılmış toplu konutta olan ıssız parkta şansını denemeye karar verdi. Elinde kitabı hazırdı zaten. Yanında ikram etmek için bir şey yoktu. Ama olması lazımdı. Klasik olarak simit alırdı ama bu sefer yanında ıslak mendil vardı. Elle yenen yağlı bir şey lazımdı. İşin içinden çıkamadı. Lisedeyken Pringles ikram etmişliği vardı ki şimdi düşününce kendine ayı diyesi geldi. Basit düşünmeye karar verip çekirdek aldı.
   Daha önceki keşiflerinden tanıdığı parkın en güzel bankına oturdu. Kitabını açtı ve beklemeye başladı. Bu beklediği zamanlarda kitap okusa bu yaşta profesör olacağını düşürdü. Düşünmek okumaktan iyidir derdi hep yine dedi. Yaklaşık 15 dakika bekledikten sonra bir kız gelip karşı banka oturdu. Klasik kitap okumaktan yorulma hareketini yaptı. Çekirdeğini çıkarıp eline aldı.
   Etkili olmuştu. Bakışlarıyla anlaşıp çekirdek ticarete girişmeye hazırlanıyorlardı. Bu küçük alışverişten sonra bir kaç konuşmaları gerekirdi ama ıssız parkların vazgeçilmezi sokak köpekleri Yenal'ı korkutmuştu. Kızın gel gel buranın köpeği bir şey dediğini duyar gibi oldu. O kadar hızlı uzaklaşmıştı yani.
    Bu durum ona çılgınca bir özgüven vermişti. Başarılı olmuştu burada sadece küçük bir pürüz çıkmıştı. O da kesin doğru kişi olmadığındandı zaten. Bu özgüveni eve gidene kadar sıfıra yaklaşsada sıfıra inmedi.
     Eve vardığında uyuması beklenebilirdi ama o bunu yapacak adam değildi. Derhal televizyonu açıp bulabildiği bütün haberleri izledi. Her şeyden haberi olmalıydı. Böyle olmalıydı. Haberlerde Apple'ın yeni telefonunu bugün tanıtacağı yazıyordu. Bundan faydalanabilirdi. İphone önemli bir nesneydi. Onun da tabiki İphone'u vardı sakın şüpheniz olmasın. Buradan hem onlarca twit çıkartabilirdi ve konuşurken de etkili olabilecek bir durumdu. Bunu kesinlikle izlemeliydi.
     İzlerken bir tane bile twit atamaması anlamamasından değil ne diyeceğini bilememesindendi. Her kesime eşit mesafede durması gereken bir insan olduğu için suya sabuna dokunmayan bir şeyler yazmayı beceremeyince öyle boş kaldı. ApplePay olayından heyecanlansada ülkemizde kullanılmayacak ki zaten cümlesi onu beyninden vurdu. Tam ümitsizliğe kapılmışken imdadına saat yetişti. İşte bu dedi delice övmem gereken nesne. Daha önce yapılmadığını düşünüyordu. Son bir buçuk yıldır neredeyse bütün telefon üreten firmalar saatler üretmişti ama Yenal'ın Mainstreamden anladığı tekelcilik olduğu için bunlardan haberinin olmaması normaldi.
     Saati gördükçe daha da heyecanlanıyordu. Kişisel olmasını vurguluyorlardı o da bunu vurgulamalıydı. En basit kanundur biri bir şeyi tasdikliyorsa başka bir insan da mutlaka tasdikliyordur. Üstelik bunu söyleyen mühim bir kişiyse çok tasdikleniyordur. Ondan aykırı düşmemelidir Yenal'da. Ama biraz da asi olduğunu göstermelidir. Asiliğini bir kenara bırakıp şöyle yazdı: Saat Kişiseldir. Apple yaparsa kişiliklidirde... Yine bir şey söylemeden bir sürü takdir kazanması garanti bir cümle kurmuştu. Bu konuda yetenekliydi doğrusu. Avukat mı olmalıydı belki ama artık bunun için yaşlıydı.
      Pinch to Zoom hareketine laf çakmaları hoşuna gitmemişti bu onun tarafsızlığını bozabilecek bir şeydi. Yada asiliğini konuşturacağı alan. Tam karar veremeyip ikisinin ortası bir şey yazdı:
Pinch to Zoom'un mucidi firma bile ondan vazgeçiyorsa burada düşünülmesi gereken bir şey vardır. Fena olmamıştı gizem bile katmıştı kendine.
     Sonra giren videodan akışkan arayüz falan gibi muğlak şeyler duydu. Akışken olabilirdi ama kullanışlı olduğu söylenemezdi bu kadarını o bile övemezdi bu konuyu tamamen atlamaya karar verdi. Sıradaki slaytta çeşitlerinden bahsediyorlardı. Watch, Watchfit ve Watch Edition diye üç saat olduğunu duymuştu. Watch anlatılan ,Fit ne idüğü belirsiz, edition ise altın kaplamaydı. Burada yazacapı şey belliydi: Apple her kesimi düşünüyor. İçinde Arap ve altın geçen twit yazmayı düşündü ama şu an yedi milyon kez yazıldığını düşündü bu doğrultuda sözlerin ve vazgeçti.
    Geriye kalan twitleri sadece bilgi vermek amacını taşıyordu. Kayışlar değişiyor, Nabzını ölçüyor, ApplePay^'ı destekliyor. Şarj olma konusunu yanlış anlamaktan korkmuştu. Kablosuz desen değil kablolu desen hiç değil bir sistem kullanıyordu. 2015 başında çıkacağını öğrenmesi onu üzsede şu fit uygulamaları hakkında saatlerce atıp tutabileceğini düşündü. Saatten chatlesşmenin fiyasko olduğunu düşünsede doğruyu söylemekten kaçıp Chat kavramına yaratıcı bir boyut getiren Apple'ı kutluyorum yazdı. Bu kadar üzerine düşünüp konuşup yazınca alası gelmişti. Üstelik onun telefonu olan İphone 5'i de destekliyordu. Neden olmasındı daha zaman vardı zaten. Uzun bir gün geçirmişti artık uyumalıydı. DEVAM EDECEK...

9 Eylül 2014 Salı

Hep Hevesli (Yenal Arayan)--2----- Rutinin Tanımsızlığı

Dışarı çıkmıştı. İkinci katta oturmasına biriyle karşılaşırım ümidiyle asansöre binmişti. Yine boş gelmişti asansör. Apartmanda dışarı atıp kendini otobüs durağına yöneldi. Otobüs kullanmak iyidir samimi gözükürsün diye düşündü yıllarca araban varsa kız yakalarsın düsturuyla büyümüş haliyle. Kendine ikiyüzlü bir insandı. Yani herkes gibiydi.
    Otobüste havalı gözükmesi için hep yanında taşıdığı Kürk Mantolu Madonna kitabını bu sefer yanına almamıştı. Yerine Kuyucaklı Yusufu almıştı. Kürk Mantolu Madonna'dan oldukça farklı bir kitap olduğunu ve içindeki aşkın bağlılıktan kaynaklı olduğunu bilmeden. Normal şartlarda kendi ayağına sıkmak olarak nitelenecek bu eylem yazarın ismi sayesinde işine oldukça yarayacaktı.
    Herzamanki oturma pozisyonunu aldı. Kitap dizde gözler yorulmuş olduğu için ışığa bakamıyormuş gibi bir yüz ifadesi. Her şey istediği gibiydi. Önüne yaşlarını tam kestiremediği iki kız oturmuştu bile. Onunla pek ilgileniyor görünmüyorlardı. Eskiden olsa doğanın kanunu diyeceği bu durum karşısında artık hemen ümidini yitirmeye başlamıştı. Bunu da fırsata çevirebileceğini düşündü. Konuşmalarını dinlemeye başladı. Kitabı okuyor numarasını yapmayı unutmayarak tabiki. Kızlar dizilerden konuşuyordu. Yada onun gibi bir şeyden. Dizi konuşuyor gibilerdi ama benceli cümleleri sanki bir kişiye yönelikmiş gibi geldi. Ellerindeki telefonda bir şeyler okuduklarını gördüm. Bu furyayı nasıl kaçırmıştı. Artık dizi bölümlerini yorumlamak diye bir gerçek vardı hayatımızda. Bundan nasıl faydalanabileceğini düşündü.
    Kendisi bir şey yazamazdı. Yoksa yazabilir miydi? Yazardı canım 90 dakikalık dizi hakkında 500 kelime edemeyecek miydi? Elbette edebilirdi. Hangi dizi yazılabilirdi peki? Yeni dizileri yazmak riskliydi. Kızların sevdiği bir dizi olmalıydı. Sonra bir anda vazgeçti. 10 yıldır bir şeyler yazmadığını hatırladı. Yok canım yazmıştı berbat akrostişler ama burada o tutmazdı herhalde! Yerine yine Twitterdan faydalanmayı düşündü. Eve gidince ilk işi bu sitelerin kıdemli isimlerini takip edip onların yazdıklarını retweetlemeliydi. Ama bu yetmezdi. Eve gidince dizilere bir göz gezdirmeyi kafasına koydu. İnme vakti gelmişti zaten.
     Bankamatiğe parayı yatırdıktan sonra sıra yemek yemeğe gelmişti. Evde yiyebilirdi ama bu durum yaşama amacına ters düşerdi. Nerede yiyebileceğini düşündü. Okuduğu bir moda bloggerının yazdığı yemek yazılarını hatırladı. Çoğunlukla tatlı tercih ediyordu ama işi moda olduğu için Steakhouse'çu çılgınlığından da nasibini almıştı. Pıtrak gibi her yere açılmaya başlayan bu mekanlardan birini yürüme mesafesinde bir AVM'de görmüştü.
     Oturdu. Artık kanıksamış olduğu için hemen en küçük masaya oturdu. Öncesinde bir self servis mi acaba gerginliği yaşasa da kısa sürede masada duran menüleri fark etti. Mekanın öğle olmasına rağmen boş olması hevesini kırmış da olsa vazgeçmedi. Fİyatları görmesi de onu değiştirmedi. Steak denen şeylerin fiyatı 50 liraya kadar gidiyordu. Neredeyse 40 liralık bir Steak söyleyecekken son anda Burgerler diye bir şey olduğunu gördü.10 liraya bile burger olması onu sevindirdi. Üstelik burgerlerin en pahalısı 24 liraydı. Burgerlerin en pahalısının Steak denen şeylere en yakın olabileceğini düşünüp Burgerlerin en pahalısını söyledi. Garson kız orta mı çok mu pişsin diye sorunca yıllardır bu anı beklediğini hatırladı ve bilmiş bir ifadeyle kanlı olsun dedi. Garson kız etkilenmiş miydi küçümsemiş miydi pek anlayamamıştı ama tepki vermiş olması bile doğru yolda olduğunu gösteriyordu.
     Hakikaten kanlı getirmişlerdi. Mideyi bozar mıyım diye düşünsede o kadar para vereceğiz düşüncesiyle olabildiğince yavaş bir biçimde burgerini yedi. Mayoneze dokunmamayı tercih etmişti bu evlenince yap bağlar düşüncesi dolaşınca aklında. Ketçabı ise çocuk işi bulduğu için kullanmamıştı. Mutlaka bir sos kullanmalıydı ama zevkli görünmek önemliydi. Barbekü sosunun ağırlığından korktuğu için yalnızca hardal kullandı. Başarılı bir yemek geçirdiğini düşünüyordu etrafına baktı. Ümit yoktu ama buranın ıslak mendilini alıp bir kıza vermenin onu ne kadar zevkli göstereceğini düşündü.Hesabı öderken garsondan 3 ıslak mendil istedi. Hiç birini kullanmayıp ellerini tuvalette yıkadı ve cebine attığı ıslak mendillerle AVM'den çıktı. Eve dönmeden önce son bir şey daha denemesi gerekiyordu. DEVAM EDECEK...

8 Eylül 2014 Pazartesi

Hep Hevesli (Yenal Arayan)-1----- Başlangıç

Bugün günlerden neydi? Ne önemi vardı ki. Eylül ayı gelmişti. Yaz bitmişti. Önemli olan buydu. Okullar açılıyor demekti bu onun için. Yeni bir sevgili bulma vakti gelmişti. Yeni denir herhalde yani...
   Bu sefer iyi hazırlanacaktı. Twitter denen icattan faydalanacaktı bu sefer. Kızların Twitter'ı erkekle oranla çok daha fazla kullandığı ortadaydı. Oradaki ortam tam ona göreydi. Aradığı araştırma ortamı vardı. Ama önce kendi profilini oluşturmalıydı. Başlangıç olarak yıllar önce de çekilmiş olsada bilgisayarda kendine yer bulmuş klasik çirkin fotoğrafından kurtulması gerekiyordu. Selfie çıkmıştı ve birine gösteririm diye bir milyon kez çektiği selfieler telefonunda duruyordu. Seçmek işkenceye dönebilirdi. O da rastgele bir fotoğraf seçerek şansını denedi. İyi dedi aynı bakışı tekrarlama çabası içindeyken. Sivilceler için çaresi basitti. Kim büyütecekti ki zaten profil fotoğrafını!
    Fotoğraftan sonra sıra düzgün on kadar twit atmaya gelmişti. Hem romantik hem siyasi hem de herkesin sevdiği bir şey bulmalıydı. İmdadına öncelikle Ayna yetişti tabiki. Bir yığın Ayna şarkısı içeren fan sayfası vardı aynanın. Oradakileri sırayla retweet etmeye başladı. Favorilere de eklemeyi ihmal etmiyordu tabi ki. Romantik ve bilinmeyen Ayna daima kurtarıcı olmuştur zaten. Siyasi olarak ise Hayko Bağdat'tan bir şeyler retweet'lemeyi uygun gördü. Fazla eskiye gitmemeye dikkat ederek ondan da bir şeyler retweetledi. Biraz da kendi bir şey yazmalıydı.Aklına hemen burç geldi. Kızlar burçlara düşkündür. Bende yengeç burcu olduğuma göre dedi ve şu twiti yazdı: ''Eğer bir erkek burç muhabbeti açmak istiyorsa bilin ki Yengeçtir''. Fena olmamıştı. Sırada spordan bir şeyler retweetlemek vardı. En zararsız büyük olan Beşiktaş'ı seçip bşr şeyler retweele'di. Bir twit daha yazması gerekiyordu. Onu da kızlara hep futboldan daha sempatik gelen basketboldan faydalandı. Televizyonda dünya kupası falan diyorlardı. Bundan faydalanmak için de ''Kerem Tunçeri ısınırken hep atıyor maça gelince hiç atamıyor'' dedi. Yaklaşık 15 yıldır dillere pelesenk olmuş bu klişe cümle işine yarayacaktı. Kemal miydi yoksa ismi diye bir an düşündü ama sonra Keremler diye bir şey hatırladı. Hiç fena olmamıştı hesabı düzenli olarak (haftada bir) bir iki bir şey retweetlese kendi halinde yaşar giderdi. Sıra takipçilerini seçmeye gelmişti.
      Öncelikle Beşiktaşlı olduğu Beşiktaş ile ilgili bir kaç şey takip etti. Sonra Hayko Bağdat. Ahmet Ümit olmadan olmaz zaten çağın gerekliliği. T24 denen haber sitesi de havalı duruyordu takip etmeliydi ve tabi ki Radikal. Açık Radyo ile omurgayı oturtmuştu. Bir kız artık bu nasıl bir adam diye takip ettiklerine baktıklarında hımm değişik bir çocuk diyebileceklerdi. Pucca'yı takip etmeyi düşündü ama sonra sapık gibi görünme tehlikesini göze alıp Aslı Aydıntaşbaş'ı takip etmekle yetindi. Bu şekilde ilerleyip 10'larca oyuncuyu takip edip bu kısmı da sonlandırdı. Parodi hesaplara pek bulaşmadı. Ama bir iki tane parodi hesap da takip etti. Mizahdan anlayan açık görüşlü bir insan olduğunu belgelemek için bununla birlikte Sezyum ve Penguen'i takip etti. Onu takip etmeleri için arkadaşlarını takip edip bu maratondan da sıyrılmanın mutluluğunu yaşadı. Hesap her şeyiyle hazırdı.
      Şimdi kızları anlama maratonuna devam edebilirdi. İlkokul 1'de direk konuşarak yapmaya çalıştığı bu işi tam 13 yıl sonra garip garip üzerinde dizüstü edebiyat yazan şeylerden faydalanarak yapıyordu. Bundan da memnundu yani. Pucca'nın 3. kitabı tam ona göreydi. Üniversite hayatını yazdığını duymuştu otobüste hemen koşup almıştı. Pek bir şey anlamamıştı ama özgüveni arttığı kesindi. Zaten çağımızın yegane problemi değil mi özgüven eksikliği.
     Hava olsun diye ikinci üniversite kapsamından Felsefe okumaya karar vermişti. Onun harcını yatırması gerekiyordu. Hiç bitmeyen bir arayış içindeyim. Bizim yolumuz sonsuz gibi sözcükleri şimdiden hazırlamıştı. Bitirmek mi aklının ucundan bile geçmiyordu. Bahanesi bile hazırdı. Erasmus'a mani oluyormuş ondan bıraktım. Bundan tam emin değildi ama kim inanmayabilirdi ki? Bunları düşünürken hazırlanmıştı bile kapıya doğru yöneldi...DEVAM EDECEK...

5 Eylül 2014 Cuma

Ünün Kökeni ve Fanlık

Son yüzyılda bilhassa televizyonun ortaya çıkışından itibaren hayatımıza ünlü diye bir kavram geldi. Öncede vardı diyebilirsiniz evet belki tanınan birtakım insanlar vardı ve evet ve belki ulaştıkları insanı etkileme bakımından şimdiki ünlülerden daha güçlülerdi ama bu onları benim az sonra tanımlayacağım ünlüler arasına sokmaz. Ünlü kavramı özellikle son yıllarda kendini pazarlayan,sahici ve bencil insanları tanımlamaya başladı. Eski ünlü dediğimiz insanlar evet bencildiler ama sahici ve kendini pazarlayan insanlar değillerdi. Bu yeni insan topluluğu bize yeni olanaklar sundu insan ilişkilerinde ama eski ünlü kavramının etkisi onların etki alanlarında yoğun olarak bulunuyordu. Bu eski ünlü kavramının yaygınlığı da bize yepyeni bir kavram kazandırdı. Kendilerine fan diyen bu insanların çıkış nedeni bu değişimi anlayamamalarıdır. Ne diyorsun be dediğinizi şu an çok şiddetli olarak duyuyorum evet yine bir klasik Anıl deliliği diyebilirsiniz ama benim yazma nedenim zaten farklı şeyler söylemek öyle diğer çakma bloggerlar gibi o çok güzel bu da güzel o en güzel diğerek kapitalizme hizmet edemem (Bu yüzden okunmuyorsun zaten salak). Bu kanıya nasıl vardığıma gelecek olursak:
      Öncelikle ünlü diye bir kavramdan bahsedebilmek için öncelikle şehire ihtiyacımız var. Şehir olmadan ünlüden bahsedilemez. Şehirler kurulduklarında ilk ünlüler elbetteki güç sahipleri olmuşlardır. Rütbeli askerler, üst düzey yöneticiler (plaza mı kardeş bu üst düzey falan), din adamları gibi çeşitli güç odaklarıydı. İnsanlar saygıyı onlara duyuyorlardı. Bu saygı sevgiyi de doğuruyordu elbette. Bu senin söylediğin şey rütbenin saygınlığı diyebilirsiniz ama tahta bir çocuk oturduğunda yada kalifiye olmayan bir kimse yönetici olduğunda o kişinin yoğun baskılara maruz kalması sizin bu düşüncenizi boşa çıkarmaya yetiyor. Yani kısaca özetlersek ün çıkışı itibarıyla biraz korkulan, ulaşılamayacak olan ve saygı duyulan insanları kapsayan bir kavramdı ünün kökeninde güç vardı kısacası (yani desen samimi olurdu).
     Bu durum yüzyıllar sürdü ancak matbaa tamamen yeni bir yaşam getirerek ün kavramını ve bütün hayatımızı değiştirdi. Matbaa insanlığa öncelikle kalıcılığı ve yaygınlığı sundu. Matbaa bu durumu doğurmuştu evet ama ün kavramına olan etkisini asıl olarak (günlük) gazetelerin doğuşuyla yaptı. Gazeteler sayesinde insanların yerelliği büyük ölçüde son buldu. Eskiden yerel yöneticilere,askerlere vb yönelen ün kavramı ise bu sefer ortak dertleri seslendiren yazarlara kaydı. Hayır o gazetedeki yazarlar ünlü olmadı. O dönem bu yerelliğin yok olmasını fırsat bilip ulusal metinler yazmaya başlayan yazarlar ünlendi. Yazarlar güçlülerdi ama askerler veya yöneticiler gibi insanların hayatlarını etkilemiyorlardı (Yine de hala bir kitap okudum hayatım değişti adamlarını görüyoruz bu da apaçık yine bir kavram kargaşasından kaynaklanmakta). Yazarlar eski tip ünlülerden farklı olarak gizemlilerdi. Çoğu zaman bir fotoğrafları dahi yoktu. Bu gizem insanları meraka ve biraz da abartmaya yöneltti. Aslında yazarlar o dönemde halktan inanılmaz fazla kalifiyelerdi ama halk onların yazarlık harici yönleriyle konuştukları için yine abartma durumuna denk geliyordu. Yazarların ünü sınırları ve diğer bazı şeyleri aştı. Çok sevilip saygı duyuldular ancak fan denen o kitleyi hiç tadamadılar. Doğası gereği yazar eleştiriler tabi ki fanı olmaz diyeceksiniz ama fan kavramının daha doğamayacak olmasını sonraki paragrafta açıklayacağım.
     Modern zamanlara geldiğimizde ise bilhassa bin dokuz yüz lerin ortalarından biraz sonraya denk gelen bu zamanda artık insanların sadece tek kare fotoğrafı görmek veya kim bilir kimin yazmış olduğu bir metin yerine bizzat kanıyla canıyla görmek sesini duymak fırsatını buldu. Bu durumun onu içimizden biri yapacağını söyleyebilirsiniz ama o içimizden biri olmayı da başaran üstün bir kişiliktir bilinçaltımızda. Onları hep kendimizden farklı gördük bizim neyimize dedik. Ulaşılamazdı bizim için ve gördüğümüze göre normal bir insandı. Eski ünlü tiplerinden farklı olarak insan olarak gördüğümüz bu yeni ünlüleri tanımlamakta yine eski ölçütleri kullandık onları yine güçlü gördük yine saygı duyduk ama saygı duyduğumuz insanın normalliğini gördükçe ona olan sevgimiz ve bağlılığımız arttı (ünlüler adeta milletin adamı oluyorlardı!!!!). Diğer ünlülerde var olmayan samimiyet içimizden birilik işin içine girince ve bu durum eski ünlü tanımımızla birleşince yepyeni bir adeta yarı-tanrı bir ünlülük anlayışı çıktı. Bu anlayışa herkes kapılmadı ancak kapılanlarda fena halde kapıldı ve fanlık denen kavram doğdu. Bu insanlar krallar kadar etkilenilmekte, din adamları kadar dinlenilmekte ve (içimizden biri olduğu için) yazarlarlardan daha fazla merak edilmekteleler.
    Bu durum artık hayatımızda bir daha çıkmamak üzere yerleşti. Artık hepimiz yaşımız ne olursa olsun birine fan olabiliriz. Peki fan olmamak veya çevremizdeki insanların birilerine fan olmamaları için ne yapabiliriz:

  • Eleştri kültürünü yaymalıyız
  • Ufuklarımızı açmalıyız
  • Her insanın hataları olduğu gerçeğini unutmassak.
  • Kendimize karşı dürüst olmayı başarıp şu adamı kıskanıyorum demeyi başarırsak
  • Birde toplumdan çılgınca izole olmak varki neyse...
Bu çağ sadece fanlığın doğurmadı. Habere dayalı olan bu çağ eleştri denen şeyi de haberleştirdi. Eskiden güzel veya kötü deniyordu. Son yıllarda çeşitli nedenlerden kötüye kötü diyememe durumu başlayınca ise insanların yazıları sadece bu kitap güzel, şu resim değişik (kötü diyememek) gibi şeyler olmaya başladı. Bu durum da yavaş yavaş hepimizin bu alemin fanı haline getirmekte. Kötü diyemediğimiz şeyler arttıkça ve güzel demek yerine en güzel demeye başladıkça bu fanlığımız artmakta ve korkarım ki bunu önlemenin de bir yolu yok. Ne demişler ''Yalancılar İntihar Edemez'' çünkü onların hayatı hep güzeldir!

1 Eylül 2014 Pazartesi

Nootlar---Karma Karışık Fikirler


  • Yazın bitmesiyle yeniden İstanbuş'a döndüm. Bir çoğunuz benim gibi şehirlerine döndü. Hepimiz gördük ki bizim memleketimiz büyük şehir olmuş. Her ne kadar memleketimizin insanını sevsek de oraları özlesekte oralarda yaşayamaz hale gelmişiz. Sadece biz de değil aslında. Oradaki insanlar da yaşayamaz hale gelmiş. Artık şehir bir zorunluluk halini almış. Eskiden söylenen ulaşım ve iletişim olanaklarının artmasıyla şehirler önemini yitirecek ve herkes küçük yerlerde yaşayacak anlayışı kökünden çökmüş. Yazlık yerleşim çok olduğu Ege Bölgesinde kurulan küçük İstanbul'lara ne diyorsun diye soruyorsanız. Şehir sadece alışveriş öncelikli bir yapı değildir. Şehirde esas olan yabancının faydasıdır. Şehirler bir sürü görünmez elin olduğu kendi içinde mantıklı yerlerdir. Biz fark etsek de fark etmesek de şehirde heran bir şeylerle iletişim halinde oluruz ve bu iletişim bize çoğunlukla fayda sağlar. Hiç konuşmadan belki yüzüne bile bakmadan yaptığımız bu iletişimi yazlık beldelerde yada memlektimizde bulmamızın imkanı yoktur. Yazlık yerlerde büyük ihtimal daha çok konuşuruz ama konuşmlarımız eninde sonunda rutine bağlar ama şehirin kültürü rutini kırar. Televizyonun iletişimini bize şehir sağlar hem karşılıklı hem karşılıksız iletişimi yani. Çıkar ilişkisi gibi ama hep kazandıran!
  • Ailerlerin daralmasıyla insanların akrabalık ilişkilerinin yakınlaştığı ve bu durumun bir birine daha yakın ailelere yol açtığını söyleyenler var. Ancak düşünmüyorlarki daralan bu ailelerde çoğu zaman bir memleket algısı oluşmuyor. Ortak bir değerden yoksun kalan bu aileler farklı farklı şehirlere dağıldıklarında onları birleştirecek bir memleket olmadığı için bir birlerinden kopuyorlar. Kardeşler bile kopuyorlar. Bunu önlemek için şehir içinde semtten semte fazla değişiklik yapılmaması ve mümkünse ailelerin kendilerine benzer ailelerin oturduğu yerlerde oturması önerilebilir.
  • Çağımızın en büyük sorunu erdemlilik olabilir mi acaba? Bence olabilir. Günümüzde insanlar kendilerin ve belirli çevrelerini adeta melek gibi görüp yaptıklarında yanlış olamayacağını onların normal olduğu düşüncesi çağımızın en büyük tehdididir. Bu tehdit o kadar tehlikelidir ki bizi temizlik (saflık) fikrine ve dolayısıyla soykırıma kadar götürebilir. Önlenebilir bir şey diye soruyorsanız hayır demek istemiyorum ama diyorum. Belki kendimizi doğru dürüst biçimde anlatırsak insanları çeşitli masallara boğmazsak kurtulabiliriz ama bunu sadece ben yaparım!
  • Ehliyet (Sürücü belgesi) artık neredeyse bütün Türkiye'de olan bir şey. Artık bu duruma şaşırmıyoruz. Ama ya şöyle söylersek: 2 tonluk bir nesneyi saatte 120 kilometre hızda evimizin 100 metre yakınında deli gibi karbon di oksit salarak hareket etmeye yetkinsin. Ehliyete bu kadar kişinin sahip olması sadece tehlikeli
  • Diziler yeniden başlıyor. Günlük dizilerde gene entrika gene kayıp kardeşler. Garip garip gülüşler. Bir Bizim Evin Halleri daha gelmeyecek belli oldu. Ben izlemeye devam edeceğim her şeye rağmen Bizim Evin Hallerini
  • Hiç bir söylemeyen yazar sayısındaki artış da erdemliliğe işaret ediyor. Melek kardeşimiz yazıyı okuyor ve kendi istediği gibi anlayıp rafa koyuyor. Eğer bir şeyler söyleseydi yazı zaten okunmazda çünkü meleğimiz her şeyi kendi bildiği için kimsenin yol göstermesine ihtiyaç yok.
  • Eskiden gazetelerin kurtuluşunu köşe yazılarında görürdüm ama şu son erdemlilik kavrayışımdan sonra ancak diğer insanları kötü gösteren haberler sayesinde yaşayacaklarını anladım. En çok tecavüz, cinayet haberlerinin okunması da kendinin ne kadar erdemli olduğunu bir kez daha kanıtlama arzusundan doğmakta.
  • Şuan Basketbol Milli Takımızın madalya almasını isteyen tek bir insan yok. 
  • Göçmenlere her zaman dünyanın dünyanın her yerinde karşı çıkılmıştır. Karşı çıkılma düzenin bozulma korkusundandır. Biraz da göçmenlere olan yardım konusu var ki. Bizim köydekiler aç onlara bir şey elin Suriyelisine neler var anlayışı tehlikeli ama şükür ki kalıcı değil.
  • Soma'yı unuttuk. Gerçekten unuttuk. Peki neden unuttuk? Soma ile aramıza para ve devlet girdi. Somalı ailelere söylenen maaş bağlama çocuklarının eğitim masraflarını karşılama ücretsiz ev verme gibi söylemler onları bir çoğumuz gözünde normalleştirdi. Geliri onlara bağışlanan maçlarda onları gözümüzde zenginleştik. Belki de böyle olması lazım ama maden yasası madencilerin istediğinden oldukça uzaktayken bu durumun olması... Kendi memleketlerin de mülteci olmaya doğru gidiyorlar hadi bakalım.
  • Felsefe kitaplarına deli gibi ilgi duyulurken psikoloji ve sosyoloji kitaplarına daha az ilgi duyulması felsefenin medyatikleşmesi şu ana kadar bize hiçbir şey kazandırmadı. Olabildiğince soyut olduğu için okunduğu düşündüğüm bu kitaplar bir diğer okunma sebebi ise hayatımıza olan uzaklık.
  • İnternette ses olmayınca hakikaten çekilmez oluyor. Merak etmeyin efendim geri döneceğim!!!!!!!!!
  • Sorulara tek kelime ile cevap verenler artarsa iletişim sağlıklı olur ama zevkli olmaz.
  • Kıytırık köşe yazarlarının konu bulamayınca devir bilgisayar devri hız çağındayız tarzı yazılar yazmaları insanı gerçekten çileden çıkarıyor. Bunca yıllık blogger ve internet okur-yazarı olarak ben bunlar hakkında yazı yazmaya korkarken bu insanlar hiç utanmadan çekinmeden gazetenin Migros eklerinde koddan falan bahsediyorlar.Üstelik en ufak bilgisi olmadığını başlık dahil 4 kez göstererek. Eğer birinin öyle bir yazı yazması lazımsa işinin ehli insanlar yazar sen kimsin çakma ekonomi yazarı.
  • Kutuplaşmanın da nedeni erdemliliktir.